top of page
Ben, Hüseyin Toptaş

YAYIMLANAN KİTAPLARIM

1.TÜRKÇE DERSLERİ (1 ve 2. kitap)

İki kitaptan oluşuyor. Birinci kitap İLETİŞİM ve SÖZCÜK (sözcüğün anlamı, görevi, yapısı) konularını ayrıntılı olarak ele alıyor. Geleneksel dilbilgisinin yanlışlarını, eksikliklerini dipnotlarla, açıklamalarla 580 sayfalık bir oylumla gösteriyor. İkinci kitap, SES BİLGİSİ, TÜMCE, METİN DİLBİLİMİ konularını aynı yöntemle işliyor. (1. kitap, 580 sayfa; 2. kitap, 560 sayfa. Papatya-Bilim Yayınları, 2016.)

Kitabımdan bir bölüm okumak için 

TÜRKÇE DERSLERİ'nin ilk sayfalarında yer alan TÜRKÇE DERSLERİ'YLE İLGİLİ BİRKAÇ SÖZ'ü buraya alıyorum:

TÜRKÇE DERSLERİ'YLE İLGİLİ BİRKAÇ SÖZ

Bu kitap bir roman olsaydı şöyle başlardım: “Sevgili Okuyucum, bu kitabı nasıl anlarsan anla; anladığın kadarı senindir. Benim düşüncelerimi, anlattığım kurgusal gerçeği dilediğin gibi yorumla; beğenirsen, seversen, seni düşündürürse al; senin olsun.” Oysa bu, öğretici bir metin. Bin yüz sayfanın üzerindeki öğretici bir metin için okuyucuma “İstediğin gibi anla, senin olsun!” diyemem; kitabı neden yazdığımı, ne gibi yenilikler getirdiğimi açıklamalıyım.

Önce şu kararı vermeliyim: Bu birkaç sözü yazarken alçak gönüllü bir tutumla çoğul birinci kişi anlatımını mı yeğlemeliyim yoksa birinci kişi anlatımını mı?.. Gerçi konuları anlatırken kimi yerde çoğul birinci kişi anlatımını yeğledim ama bu birkaç sözde, birinci kişi anlatımını kullanacağım. Okuyucunun bu tür açıklamalarda yapmacık alçak gönüllülüğü sevmediğini biliyorum.

 

Neden yazdım?

Geleneksel dilbilgisi kitaplarındaki yanlışlarla, çağdaş bir Don Kişot gibi yıllarca savaştım. Öğrenciliğimde aklıma yatmayan bilgileri, öğretmenliğimde anlatmadım. Araştırdım, uğraştım, doğruyu bulmak için çabaladım. Kendimce doğru olanları anlattım. Birçok öğretmen arkadaşım, benim anlattıklarımı öğrencilerimin defterlerinden okudu; beni dinlemeden, anlamadan geleneksel dilbilgisi kitaplarının kalıplaşmış sözleriyle eleştirdi; yargıladı. Kimileri öğrencilerime beni kötüledi: “Hüseyin Toptaş Türkçesi o, hepsini kendisi uyduruyor, hiçbir kitapta böyle şeyler yok!” türünden sözler söylediler. Evet, anlattığım birçok şey geleneksel dilbilgisi kitaplarında ya yoktu ya da yanlıştı. Evet, birçok tanım, birçok bilgi benim zihnimin ürünüydü ama bir kitapta yazılı olmadığı için kimilerine inandırıcı gelmiyordu. Bir kitap yazmalıydım.

 

Binlerce öğrencim oldu. Öğretmen yetiştiren yüksekokullardaki öğrencilerim, bana sık sık: “Neden bu anlattıklarınızı kitaplaştırmıyorsunuz?” dediler. Onlara: “Yazacağım, en kısa sürede başlayacağım.” dedim. Bu sözleri 1975’te, Erzurum Kâzım Karabekir Eğitim Enstitüsündeki öğrencilerime; 1976-1981 yılları arasında da İzmir Buca Eğitim Enstitüsündeki öğrencilerime söyledim. Onlar şimdi emekli öğretmen. Kitabımı bekiliyorlar mı? Bilemem. Daha sonra dershane serüveni başladı. Batı Dershanelerinde çalışan, seminerlerime katılan öğretmen arkadaşlarıma, Batı’da öğrenim gören öğrencilerime, türlü iletişim araçlarıyla bana soru soran öğretmen dostlarıma: “Yakında yazacağım, başlayacağım.” dedim ama yaşam, birçok güçlük çıkardı. Geçim derdi yüzünden yazamadım ama yazmalıydım.

 

Şimdi bu değerbilir insanlara verdiğim sözü yerine getiriyorum.

 

Bilgisayarın başına oturup kitabımı yazmaya başlayalı yirmi yıl olmuş. Bu yıllar içinde Batı Dershanelerindeki seminerlerime katılan kimi öğretmen arkadaşlar, o seminerlerden derlediklerini kitaplaştırdılar. Oysa o seminerlerde birçok bilginin ipucunu vermiş, dershane izlencesine bağlı kalmak zorunluğu yüzünden, bunları ayrıntılı olarak açıklamamıştım. Bu nedenle o kitaplardaki anlatımların birçoğu eksik ya da yanlış. Bu kitaplar, bana kitabımı bitirme zamanının geldiğini fısıldadı; hızlandım ama bendeki kılı kırk yarma tutumu yüzünden kısa sürede bitiremedim çünkü biçimini kendim belirledim, her sözcüğünü kendim dizdim, düzenledim, çoğu bölümü birkaç kez sil baştan yazdım. İşte, yirmi yılın kısa öyküsü...

Bu kitapta yeni olan neler var?

a. Bu kitap, yalnızca bir Türkçe dilbilgisi kitabı değil; anlam, anlatım, metin dilbilimi, iletişim gibi dilbilgisi dışı konuları da içeriyor; adının TÜRKÇE DERSLERİ olması bu yüzden.

 

b. Türkçeyi bütüncü anlayışla çözümlemek için tümdengelim yöntemiyle tümceden başlamalıydım. Tümcede sözcüklerin birbirleriyle kurduğu ilişkileri, anlamın aldatıcı etkisinden uzak bir biçimde belirlemeli; bu yolla, Saussure ve MARTİNET’den öğrendiklerimin ışığında, Türkçenin yapısını açıklamalıydım. Bunun için Sözcüğün Görevi konusunu yaklaşık iki yüz seksen sayfada işledim.  Önce görev ve işlev terimlerini tanımladım. Tümcede ve dildeki iş bölümlerini belirledim. Sözcüklerin bu iş bölümlerinde hangi işlevleri üstlendiğini, bu işlevlerin adlarının (görev) ne olması gerektiğini açıkladım. Konuyu anlatırken matematik adı verilen bilim dilinden yararlandım. Türkçedeki her iş bölümünü bir küme olarak aldım ve kümeyi matematikteki gibi çıkıntılı ayraç ({ }) simgesiyle gösterdim. Matematikteki kümenin özeliklerini Türkçeye uyguladım. Bu yolla anlamın aldatıcı etkisini en aza indirdim. Geleneksel dilbilgisinin doğru terimlerini olduğu gibi kullandım. Bilimsel çalışmanın “tanım”sız olamayacağını bildiğim için bütün terimleri tanımladım. Geleneksel dilbilgisinin belli başlı kitaplarındaki doğru bilgileri benimsedim; yanlışları, tutarsızlıkları, eksiklikleri, çelişkileri, yeri geldikçe dipnotlarda belirttim; nedenlerini de uzun uzun açıkladım. Tür, görev, işlev ve durum (hâl, cas) arasındaki bağlantıyı gerekçesiyle anlattım. Türkçede biri kalıt olmak üzere on bir durum olduğunu gösterdim. Bilinen durumlara olma ve belirtme* durumlarını ekledim. Durum eklerinin tarihsel gelişim sürecini Eski Türkçe ve Eski Anadolu Türkçesinden örneklerle kısaca anlattım.

 

c. Hüseyin Cahit Yalçın’ın Türkçedeki sözcüklerin sekiz türe ayrılabileceği görüşünü, bu görüşü sürdürenleri eleştirdim. Türkçede belirteç (zarf) diye bir sözcük türü olmadığını, adların tümcede belirteç (zarf) tümleci görevine girebileceklerini ayrıntılı olarak açıkladım.

 

ç. Adıl (zamir) konusunda, geleneksel dilbilgisinin bilinen yaklaşımını bir yana ittim. Adıl görevinin ad aktarmasından doğduğunu, adılın sıfat sonrası bir görev olduğunu öne sürdüm; bu yüzden adıl görevini, sıfat göreviyle birlikte ele aldım; niteleme adılı, ilgi adılı, sayı adılı gibi -geleneksel dilbilgisinde olmayan- terimler önerdim.

 

d. İlgeç (edat) ve bağlaç görevlerinin geleneksel dilbilgisi kitaplarındaki belirsizliklerini belirginleştirdim, eksiklerini tamamladım, yanlışlarını eleştirdim ve düzelttim.

 

e. Bilinen sözcük öbeklerine yenilerini ekledim: Durum öbeği, yapma öbeği, araç öbeği, kalıntı öbeği, ta öbeği vb.

 

f. Sesbilgisini en az üç kez yeniden yazdım.

 

g. Özne - yüklem ilişkisine (çatı) yeni bir yaklaşım getirdim,  konuyu geniş bir biçimde ele aldım.

 

ğ. Hiçbir dilbilgisi yazarının sormadığı ya da sormaya cesaret edemediği soruları sordum ve yanıtladım. İşte bunlardan biri.

 

Kitabımın 423 ve 424. sayfalarından bir alıntı:

”Ev-e doğru, edebiyat-a karşı, bugün-e dek” gibi yaklaşma durumu ekli bir sözcüğün tamlayan olduğu ilgeç öbeğiyle “can-a yakın, çocukların-a düşkün, yurdun-a bağlı” gibi yaklaşma öbeği arasındaki ayrım nedir? Başka bir söyleyişle “doğru”, “karşı”, “dek” sözcükleri bu kullanımlarında neden ilgeç; “yakın”, “düşkün”, “bağlı” sözcükleri neden yaklaşma öbeğinde tamlayan görevindedir? Bu öbekleri birbirinden ayırmanın bir ölçütü var mıdır? Yoksa bu iki öbeği birbirinden ayırmanın yolu kimi sözcükleri ilgeç olarak bellemekten mi geçer?

 

Birkaç soru daha:

“Tamlayanı düşmüş ad tamlaması” var mıdır?

 

“Önce, evvel, sonra, öte, içeri, dışarı, aşağı, yukarı” sözcükleri ilgeç görevine girer mi?

 

Ey­lem­si ek­le­riy­le tü­re­miş bir adın ey­lem­si ol­du­ğu na­sıl an­la­şı­lır?

 

Bir eylemsi hem sıfat hem tümleç alabilir mi?

 

Kişi adılları, eskiden gösterme adı mıydı?

 

h. Yalnızca geleneksel dilbilgisinin temel kitaplarındaki yanlışlıkları, tutarsızlıkları eleştirdim; onlardan alıntılar yaptım. Öteki dilbilgisi kitaplarında bu temel kitapların dışında yeni bir bilgi, yeni bir görüş bulamadığım için onların adını pek anmadım ama bu tutumum, onlara saygısızlık olarak algılanmamalı. Kitabın oylumunu elimden geldiğince daraltmaktı amacım.

 

ı. Türk Dil Kurumunun yayımladığı, benim seksen sayfalık eleştiri yazmak zorunda kaldığım Yazım Kılavuzu’nda (Bu eleştirileri bu sitenin blog yazıları bölümünde yayımlıyorum.) belirlenen yazım kurallarına genel olarak uydum. Yalnızca TDK’nin dil bilimi, ses bilimi vb. yazımlarını  yanlış bulduğum için benimsemedim.

Onların yanlışları olmasaydı benim doğrularım olmazdı. ​

Geleneksel dilbilgisi yazarlarına çok şey borçluyum. Başta Jean DENY’ye, hiç alıntı yapmasam, kitabımda adını geçirmesem de özellikle sesbilgisi konusunda Ahmet Cevat EMRE’ye, bir dönem TDK’nin resmî dilbilgisi kitabı olarak görülen DİLBİLGİSİ’ni yazan Tahir Nejat GENCAN’a, Haydar EDİSKUN’a, Vecihe HATİPOĞLU’ya, Hikmet DİZDAROĞLU’ya, yeni TDK’nin resmi dilbilgisini yazan Zeynep KORMAZ’a, dil bilincimin oluşmasına büyük katkıları olan Muharrem ERGİN’e, Tahsin BANGUOĞLU’ya, Doğan AKSAN’a, A. DİLÂÇAR’a, Berke VARDAR’a ve Talat TEKİN’e öğrendiğim doğrular ve yaptıkları yanlışlar için teşekkür etmem gerektiğini biliyorum. Bildiğim bir şey daha var: Bir süre sonra benim yanlışlarım için bana teşekkür edenler olacak.

 

Karşıtların birliği bu olsa gerek.

 

Öğretirken öğrenmek​

Kırk beş yıllık öğretmenliğimde öğrencilerim ve öğretmen arkadaşlarımdan çok şey öğrendim. Her soru, beni araştırmaya sürükledi; düşündürdü. O soruların yanıtlarını bulmak için gecemi gündüzüme kattım. Öğrendiğim her yeni şeyi, bulduğum her bilgiyi, eli açık bir tutumla paylaştım. Bilginin paylaştıkça çoğalacağına inandım. Bilgilerimi öğrencilerim, birlikte çalıştığım öğretmen arkadaşlarım ve İzmir dışında görev yapan, telefonla ya da başka iletişim araçlarıyla bana ulaşıp soru soran, yüz yüze görüşmediğimiz öğretmen dostlarım çoğalttılar.

 

Şimdi söz sizin.​

Elimden geldiğince açık yazmaya çalıştım. Her bilginin nedenini açıkladım. Daha açık anlatmak için “yani” sözcüğünü  -pek sevmesem de- sık sık kullandım. Kimi konularda daha önce anlattığım bilgileri yineledim. Bu, sevgili okuyucularımı küçümsediğim için değil bu tür bir kitapla ilk kez  karşılaşanların da anlattıklarımı kolayca anlamaları için.

 

Şimdi söz sizin, sizinle bu bilgilerin daha da çoğalacağına inanıyorum.

*Kimi sözcük öbeklerinde tamlayanın tamlananla kurduğu ilişkiye biz, belirtme durumu diyoruz. Kimi dilbilgisi kitaplarında, dilbiliminde accusativ’in Türkçesi olarak belirtme durumu terimi kulla- nılmıştır. Bizim burada sözünü ettiğimiz belirtme durumunun accusativ’le ilgisi yoktur. Biz, nesne görevindeki sözcüğün eylemle kurduğu ilişkiye yapma durumu (accusativ) diyoruz.

 

Hüseyin TOPTAŞ  İzmir, Eylül 2015

2. TÜRKLER İÇİN TÜRKÇE DİLBİLGİSİ

Bu kitap, Türkçenin dilbilgisini, TÜRKÇE DERSLERİ'nde ele alınan yöntemle, yeni bir bakış açısıyla anlatıyor. Ortaokul, lise öğrencileri ve öğretmenleriyle  Türkçeyi öğrenmek, doğru kullanmak isteyenlere yönelik bir kitap. Dipnot yok. Yaklaşık 400 sayfa. (Papatya -Bilim Yayınları, 2019.)

       

BİLGİ: Bu üç kitabı ayrı ayrı ya da birlikte indirimli edinmek için lütfen şu bağlantıya tıklayınız:

https://www.tdk.com.tr/index.php?p=search&search=H%C3%BCseyin+Topta%C5%9F​

​​​​​

3. EDEBİYAT EL KİTABI

Bu kitap, özellikle ÖSYM'nin AYT Testi'ndeki yazın (edebiyat) sorularına  yönelik ayrıntılı bilgiler içeriyor. Yaklaşık  380 sayfa. (Paragrafın Şifresi Yayınları.)

4. EDEBİYAT SORU BANKASI

EDEBİYAT EL KİTABI'nda anlatılan konuları içeren 2265 soru.

(Paragrafın Şifresi Yayınları.)

​ BİLGİ: Bu iki kitabı  ayrı ayrı ya birlikte indirimli edinmek için lütfen aşağıdaki bağlantıya tıklayınız:

https://paragrafinsifresi.com/tytayt

Türkçe Dersleri 1. Kitap, 580 sayfa.
Türkçe Dersleri 2. Kitap
KİTAPLARIM ÜST ÜSTE, Toplam 1140 sayfa.
TÜRKLER İÇİN TÜRKÇE DİLBİLGİSİ
EDEBİYAT EL KİTABI, AYT Türk Edebiyatı soruları için
AYT için edebiyat soruları
bottom of page