top of page

DOSTLAR, ANILAR, KİTAPLAR

ALTINI ÇİZDİĞİM YERLER-1

Yaptığım şeyin delilik olup olmadığına yalnızca ben karar veririm

Bir ayrıntı ustası:

ANTON ÇEHOV

 

Bugün ÇEHOV günü, öyle istedim.

 

Anton ÇEHOV’dan (1860-1904, insan kırk dört yaşında ölür mü hiç be Çehov!), onun çok sevdiğim öykülerinden söz edeyim, dedim. Dedim de hangisinden başlayacağımı bilmiyorum. Güzeller’den mi başlasam Bozkır’dan mı, Acı’dan mı söz etsem Memurun Ölümü’nden mi yoksa Küçük Köpekli Kadın’ın o hüzünlü, kibar, o albenili bakışından mı?

 

Güzeller’le başlamalıyım.

 

Güzellik, insanı iç sıkıntılarından kurtarır mı? Tozdan, topraktan arındırır mı? İnsana yaşını başını unutturur mu? Somurtuk bir yüze gülümseme yayar mı? Dolambaçlı bir hüznün  -Hilmi Yavuz’un “Nâzım Hikmet” şiirinin ilk ve son dizesi doğruysa -  ortasına mı atar insanı? İnsanları aynı noktaya baktırır mı?

 

ÇEHOV, bu iletileri ve daha birçok iletiyi Güzeller öyküsünün dokusuna, büyük bir ustalıkla yerleştirir. Ne gereksiz bir açıklama vardır öyküde ne de gereksiz bir ayrıntı. Her tümcede Çehov’un o çıplak zekâsını görürüz.

 

Güzeller, iki bölümdür; iki ayrı anı biçimindedir. Birinci bölümde anlatıcı, dokuz ya da onuncu sınıfta okuma yaşındadır; dedesiyle Rostov-Don’a gitmektedir. At arabasında araba sürücüsü Ukraynalı Karpo da vardır. Yolda, dedesinin tanıdığı varlıklı bir Ermeni’nin evinde bir süre dinlenirler. Anlatıcının iç sıkıntıları, tekdüzelikten doğan bıkkınlığı vardır:

 

Hiç unutmam, üstüm başım toz içinde, sıcaktan bitkin bir hâlde, köşedeki yeşil bir sandığın üzerinde oturuyordum. Boyasız ahşap duvarlardan, kırmızı toprak boyalı döşemeden, mobilyalardan güneşte kavrulan kuru bir ağaç kokusu yayılıyordu. Ayrıca nereye baksan dört bir yan sinek doluydu; sinek, sinek, sinek...     (s. 266.)

 

Bu evde konuklara çay sunulur, çay sunan on beş on altı yaşlarında Maşa’dır:

 

Ev sahibi beni de çaya çağırdı. Sofraya otururken bana bardağı uzatan kıza baktım, bakar bakmaz sanki ruhumda bir fırtına kopmuş; bu fırtına günün bütün sıkıntılarını, tozu toprağıyla bütün kötü izlenimlerini süpürüp atmış gibi bir duyguya kapıldım. Yaşamım süresince gördüğüm ya da düşlerime giren yüzlerin en güzeli tüm büyüleyici çizgileriyle karşımdaydı. Gözümün önünde gerçek bir dilber duruyordu; bunu daha o anda, insanın şimşeği görmesi gibi algılamıştım. (s. 267.)

 

Nasıl bir kızdır bu Maşa? Maşa’nın güzelliğiyle öteki doğal güzellikler arasında bir benzerlik kurulabilir mi?

 

Hani, bazan gurup vakti bulutlar ufukta karmakarışık bir biçimde toplanır; güneş, arkasında saklandığı bulutları, gökyüzünü türlü türlü renklere boyar. Kiremit kırmızısı, turuncu, altın sarısı, eflatun, toz pembe... Kimi bulutlar keşişe, kimisi balığa, kimisi de sarıklı bir Türk'e benzer. Gün batımının kızıllığı göğün üçte birini kaplamıştır; çeşitli renkler kilisenin haçında, bey konağının pencerelerinde parlar; ırmağın yüzeyinde, su birikintilerinde yansır; ağaç dallarında titreşir. Çok çok uzaklarda bir sürü yaban ördeği gurubun kızıllığına bulanarak tüneyecekleri yere doğru uçar. İnek güden bir sığırtmaç çocuk, bendin kıyısında arabasıyla giden bir kadastro memuru, hava almaya çıkmış beyler hepsi güneşin batacağı yere bakar; gökyüzünü olağanüstü güzel bulur, ancak bunun gizini çözüp birbirine anlatamaz. Ermeni kızının güzelliği de tıpkı böyleydi işte. (s. 267.)     

 

Güzellik yaşı başı unutturur mu?

Onu güzel bulan yalnız ben değildim. Seksen yaşlarında, katı, kadın ve doğa güzelliklerine karşı kayıtsız bir adam olan dedem bile Maşa'yı bir dakika kadar sevecenlikle süzdükten sonra:

-Kızınız mı, Avet Nazarıç? diye sordu.

-Evet, kızım.

-Çok güzel, doğrusu.” (s. 267.)

 

Güzellik, sınıf farkını unutturur mu? Araba sürücüsü Karpo’yu unutur mu Çehov?

 

Aradan iki ya da üç saat kadar geçip de uzaktan Rostov ile Nahiçevan gözüktüğü zaman sürekli susmakta olan sürücümüz Karpo başını geriye çevirip dedi ki: —Şu Ermeni'nin kızı da çok güzeldi, doğrusu. Kamçısını atın sırtında şaklattı. (s. 274.)

 

Birinci bölüm, “Hiç unutmam; sekizinci sınıfta mıydım, yoksa dokuzunda mı, öyle bir şey işte, dedemle birlikte Don bölgesindeki Bolşoy Krepkoy kasabasından Rostov-Don'a gidiyorduk.” (s. 264.) tümcesiyle başlıyordu. Anlatıcı, Maşa’yı, o Ermeni güzeli kızı, gördükten sonra kendisini kirden, tozdan, sıcaktan, terden arınmış olarak duyumsuyor ve içinden şunları geçiriyordu:

 

O güzel kızın gözlerimin önünden böyle sık sık gelip geçmesi hüznümü daha da artırıyordu. Kendime de ona da saman savruntusu arasından arabalara doğru her koşuşunda onu hayran gözlerle süzen, atların sürücüsü köylüye de acıyordum. Kızın güzelliğini mi kıskanıyordum acaba yoksa onun benim olmadığını, hiçbir zaman da olmayacağını, onun beni yabancı gördüğünü bildiğim için canım mı sıkılıyordu? Yoksa onun eşsiz güzelliğinin öyle bir rastlantı olduğunu, kimsenin işine yaramayacağını, dünyadaki her şey gibi uzun sürmeyeceğini belli belirsiz hissettiğimden üzülüyor muydum? Ya da bu hüznüm gerçek güzelliğin insanda bıraktığı o bambaşka duygunun ta kendisi miydi? Orasını bilemem. (s. 273.)

 

İkinci bölüm,

“Başka bir seferinde genç bir üniversite öğrencisi olarak trenle güneye gidiyordum. Aylardan mayıstı.” (s. 274.)

tümcesiyle başlıyor. Anlatıcı, artık bir üniversite öğrencisidir ama Maşa’yı, Maşa’nın güzelliğini hiç unutmamıştır. Tren bir istasyonda durur, anlatıcı trenden iner, peronda gezinir:

 

Peronda gezinirken yolcularından çoğunun ikinci mevki vagonlardan birinin önünde dönüp dolaştıklarını fark ettim. Duruşlarından vagonda önemli birinin bulunduğunu sanırdınız. Bunların arasında yol arkadaşım olan bir topçu subayı da vardı. Hani şu yolculuk sırasında kısa bir süreliğine tanıştığımız insanların hepsi gibi cana yakın, sevimli, zeki biri.

-Kime bakıyorsunuz öyle? diye sordum ona. Subay yanıt vermediyse de gözleriyle vagondaki bir bayanı işmar etti. On yedi on sekiz yaşlarında, gencecik bir kızdı bu. (s. 275.)

Anlatıcı Maşa’yla bu gördüğü kızı karşılaştırır ama bu karşılaştırmada “Güzellik, parçalarda değil parçaların birbiriyle o olağandışı uyumundadır.” iletisini de art anlam olarak metne yerleştirir. Yerleştirirken de büyük bir ustalıkla bunun altını çizmez:

 

Her zaman yapıldığı gibi onun güzelliğini parça parça tanımlamaya kalkarsak onun en güzel yerinin sarı, gür, dalgalı saçları olduğunu söyleyebiliriz. Omuzlarına gelişigüzel dökülen saçlar başının üstünde siyah bir kurdeleyle bağlanmıştı. Öbür yerlerine gelince fazla bir olağanüstülüğü yoktu, hatta sıradan bile sayılabilirdi. Ya cilve yapmaya çalıştığı için ya da miyop olduğundan, gözlerini kısarak bakıyordu. Burnunun ucu yukarı kalkık, ağzı küçücüktü. Yandan bakıldığı zaman yüz çizgilerinin belli bir özelliği yoktu. Omuzları ise yaşına göre dardı. Gene de bütün olarak ele alındığında gerçek bir dilberdi karşımızdaki. Ona bakarken Rus kadınlarının güzel gözükmesi için yüz çizgilerinin hiç de düzgün olmasına gerek yok, diye düşündüm. Hatta diyebilirim ki kızın kalkık burnunun yerine Ermeni kızının burnu gibi biçimli, kusursuz bir burun konsaydı, bu yüz güzelliğini tümüyle yitirirdi. (s. 276.)

 

Ayrılma zamanıdır, tren hareket etmek üzeredir. İnce bir hüzün dalgası yayılır havaya:

 

İkinci kampanadan sonra vagonumuza doğru yürüdüğümüz sırada yol arkadaşım subay içini çekerek:

—Böyle işte! dedi.

Bu “Böyle işte!”nin ne anlama geldiğini uzun uzun açıklamaya kalkışmayacağım. Belki o da hüzünlenmişti ya da güzel genç kızdan, bahar akşamından kopup sıkıntılı vagona dönmek istemiyordu. Benim gibi o da güzel kıza, kendisine, bana, tembel tembel vagonlarına dağılan öbür yolculara acıyor olabilirdi. (s. 277.)

 

Ya kondüktör, kondüktör ne yapıyor? Onu da size bırakıyorum.

 

Bir sanat yapıtında “özlü anlatım” nedir? “Anlam zenginliği” (yoğunluğu) nedir? Bu kavramların ilişkisi (biçim-içerik ilişkisi) bir yapıtı nasıl “güzel” kılar? Bu soruları işleyen dört beş saat sürebilecek bir ders için, alın size bir öykü, işleyin. Öğretmen değilseniz bunları kendinize anlatın bir öğretmen gibi, kendinizin öğretmeni olun.

 

Altını çizdiğim yapıt: ÇEHOV TOPLU ESERLERİ II, Sosyal Yay., İst. 1983, s. 325 ve sonrası. Alıntılar: (Alıntılarda yazım yanlışlarını düzelttim.) ANTON ÇEHOV, BÜTÜN ÖYKÜLER -5-, çev. Mehmet ÖZGÜL, Cem Yay., İst. 2000, e-kitap.

Anton Çehov
Anton Çehov, Bütün Eserleri
bottom of page