top of page

DOSTLAR, ANILAR, KİTAPLAR

ALTINI ÇİZDİĞİM YERLER-5

YAŞAR KEMAL, "ORTADİREK" VE YILANLARIN SEVİŞMESİ

Bugün bir fotoğraf yayımlamış eski dostum Osman ŞEN, bir mezarlıkta iki yılan sevişiyor. O anı görmek, bir fotoğraf gerçeği olarak anılaştırmak önemli. Önemli çünkü kaç kişi görmüştür yılanların sevişmesini, kaç kişi bilir "soyunu sürdürme" içgüdüsünün -canlılardaki iki temel içgüdüden biri- yılanlardaki olağanüstü törenini! Ben Yaşar Kemal'den, onun ünlü "Dağın Öte Yüzü" üçlemesinin ilk romanı olan Ortadirek'ten öğrendim.

Yaşar Kemal, bunu bir roman gerçeği içinde, üç sayfa boyunca (349, 350, 351. sayfalar) sanatsal yanı örselemeden, roman kişilerinden Elif'in iç dünyasını yansıtmak için büyük bir ustalıkla anlatıyordu. Osman'ın fotoğrafını görünce açtım Ortadirek'in o sayfalarını sizinle paylaşmak istedim. Paylaşmak istedim çünkü Meryemce'nin, Ali'nin, Elif'in Toroslardan Çukurova'ya gidişleri ilk okuduğum zamanki kadar beynimin kıvrımlarında duruyor. Ortadirek'i okumadan önce John Steinbeck'in Gazap Üzümleri’ni okumuştum: İnsan gerçeği, insan yüreği, yoksulluğun o kahrolası acısı iki romanda da kahretmişti beni. İşte Ortadirek'teki o anlatıdan bir bölüm:

 

"Bu, öğleye kadar böyle sürdü. Uçarcasına birbirleri­ni kovaladılar. Sarıldılar, düğüm oldular, bir topak kap­kara bir yumak oldular, sonra açıldılar, boşanıp serildi­ler. Sonra da ayrıkların açıklıklarına geldiler. Kuyrukla­rını gene yumak yapıp karşı karşıya, başlarını havaya kaldırıp sarmaştılar. Belki yarım mete, bir metre ayağa kalkıyorlar; sarmaşıyorlar, toprağa geri düşüyorlardı. Renkleri de gittikçe değişiyor, kırmızıya çalıyordu. Za­man geçtikçe havada sarılıp toprağa düştükçe daha çok kızışıyorlar, daha çok yükseliyorlar, neredeyse kuyrukla­rının ucuna dikilecekler. Ağızları açık, dilleri dışarıda, uzamış. Gözleri kıpkır­mızı. Başları köz gibi kızarmış. Kırmızılık gittikçe aşağı­lara doğru yayılıyor. Nar çiçeklerinde arılar. Çokuşmuş, uğultulu. Arı kuşları gelip geçti. Mavi ışıltılı bir kuş gelip bir taşa kondu. Ayağa kalkıp geri düşen yılanlara bir gözüyle, gözünü iyice yana, yılanlara çevirip baktı; bir şey anlamamış olacak ki uçup gitti. İkindine kadar böylece ayakta sarmaş dolaş… Düş­tüler, kalktılar, aktılar geldiler, sarmaştılar. İkide birde şap diye toprağa düşüyorlardı. Yarı bellerine kadar her bir yerleri kıpkırmızı yalıma kesmişti. Yalım gibi savruluyorlar, birbirlerine dolanıyor­lardı. Uzayıp kısalan, esen yelle inip kalkan yalım gibi… Kıvılcımlanan… Nar çiçeği gibi. Belki de bu yüzden, yı­lanlar nar çiçeği zamanı, nar bahçesinde sevişirler. Bir korunmadır belki. Sonra hâlsiz düşmüş olacaklar ki toprağa son düş­tüklerinde bir daha ayağa kalkamadılar, orada serilip kaldılar. Birbirlerinin üstünde kımıl kımıl ediyorlar. Önce biri çiçeklerin arasına ağır ağır aktı. Onun ar­kasından da öteki… "

 

YAŞAR KEMAL, ORTADİREK, DAĞIN ÖTE YÜZÜ-1, Toros Yay., İst. 1991, s. 349, 350, 351.

GABRİEL GARCİA MARQUEZ,

"YÜZYILLIK YALNIZLIK" ve BEN

GABRİEL GARCİA MARQUEZ'i çok sevdiğimi birçok öğrencim iyi bilir. Onunla dostluğumuz, 1989'da Can Yayınlarından çıkan Kolera Günlerinde Aşk romanıyla başladı; hemen bitmesin diye son sayfalarını gıdım gıdım okuduğum o romanla, aşkı bütün boyutlarıyla, insan yanlarıyla, cömertçe doya doya içtiğim o romanla... Sonra başa döndüm, Marquez'in en ünlü romanını, ona Nobel kazandıran Yüzyıllık Yalnızlık'ı okudum. Sonra öteki romanlarını, öykülerini... Marquez'in zekâsına, yazın (edebiyat) bilgisine, hiçbir şeyin altını çizmeden, okuyucuyu "ahmak" yerine koymayan anlatımına hayran oldum. Yüzyıllık Yalnızlık, çok boyutlu bir romandı; Hristiyanlığın ölümcül yedi günahını büyük ve karmaşık bir destan tutarlığı içinde veriyordu. "Albay Aureliano Buendia, yıllar sonraidam mangasının karşısına dikildiğinde..." sözüyle roman, özgün bir ritim kazanıyor; birbirine çok benzeyen ya da birbirinin aynı olan adlarla karmaşıklaşıyordu. Savaş ve Barış'taki yaklaşık üç yüz kişiyi çağrıştırıyordu ama ondan çok farklıydı. Bir sonraki sayfada ne olacağını bilemiyordunuz, her sayfada çocukça bir "şaşkınlık" içinde kalıyordunuz.

 

Geçenlerde altını çizdiğim yerlere baktım. Ne çok yerin altını çizmişim! "Aşk"ı, şu parçadaki kadar güzel bir benzetmeyle somutlaştıran Marquez'in zekâsına şapka çıkarıyorum:

 

“Askerler daha akşam olmadan gittiler. Birkaç gün sonra Jose Arcadio Buendia, yargıcın ailesine ev buldu. Aureliano'nun dışında herkes hayatından hoşnuttu. Nerdeyse kızı olacak yaştaki Remedios'un yani yargıcın ufak kızının hayali, içine dinmeyen bir sızı düşürmüştü. Bu, ayakkabısında taş varmış gibi, yürürken insanın canını acıtan somut bir sızıydı.”  (s. 96.)

 

Bir bilmecem var. Büyük sanatçı olmak kolay değil. Çizdiğin karakter, bütün dillerde o karakter olmalı. Bu alıntılar Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık’ından. Günümüzde Albay Aureliano Buendia kim sizce?

“Aureliano'nun emirleri daha ağzından çıkmadan, daha kendisi bile düşünmeden yerine getiriliyor; kendisinin göze alamayacağı aşırılıklara vardırılıyordu. Albay Aureliano Buendia, erişilmez gücün yalnızlığına battı ve ne yaptığını bilmemeye başladı. Komşu köylerde kendisini coşkun gösterilerle karşılayanlardan rahatsız oluyor, köylülerin düşman tarafa da aynı gösterilerde bulunduğundan kuşkulanıyordu.” (s. 280.)

GABRİEL GARCİA MARQUEZ, YÜZYILLIK YALNIZLIK, Can Yay., e-kitap

Yılanların Sevişmesi
YÜZYILLIK YALNIZLIK
bottom of page