top of page

BİR FOTOĞRAFIN ALT ANLAMLARI​

 

 

 

 

 

 

 

 

Tarih dediğin, bir burjuva uşağıdır kardeşim; tarih dediğin bir "bakarkör"dür. Biz kendi tarihimizi yüreklerimize yazdık.

Onları elli beş, elli altı yıl önce, yatılı okul günlerimde tanıdım:

 

Mehmet KEPENEK: Her konunun can alıcı noktasına nişan alır, susarsa yer çekimi susar, miyop gözlerinin maviliğinde yağız atlar dolaşır, her şeyi öfkesinin sandığında saklar (Ayaktakiler, soldan birinci.).

 

Birol FEDAİ: Fethiye Körfezi’nde eski bir kayıktır, gün boyu dost taşır kayan yıldızlara, ne kolları yorulur ne yüreği, yakamoz onunla selamlar yamaçları (Ayaktakiler, soldan ikinci.).

 

Vedat ÇAĞLAR: Adını “gülüm” sözcüğüne yazdırdığı günden beri, iflah olmaz gezgin âşıktır; şimdi buradadır ama az sonra dağ çiçeklerine kanını bağışlar (Ayaktakiler, soldan üçüncü.). (Anısı bizimle yaşıyor.)

 

Emin ERDEMLİ: Yaşama bir dakikalık “saygı duruşu”dur, sessizliğinden çınarlar yükselir, elinin değdiği toprakta bütün bitkiler ses verir (Oturanlar, soldan ikinci.).

 

Hüsnü AYAN: Ceviz ağacından yapılmış çeyiz sandığının kokusunu getirir gittiği her yere, o beyaz buluttur, onun yağmurunda dolaşan ıslanmaz, gönenir (Oturanlar, soldan üçüncü.).​​​​​​​​​​​

 

 

VELİ GÜNDOĞDU KARDEŞİM HAKLI​​​​​​​​​

​​​

Veli Gündoğdu, bu fotoğrafın altına dostça şöyle yazmış:

 

Aykırı şeyler ne olcek! Tütün içerdi bunlar tuvalette. Nöbetçi öğretmen baskın verince tuvalete, şu başta gördüğünüz Cengiz var ya, izmariti cebime şey edivermiş. Sınıfa girince dumanlar içinde bir vaveyla koptu, ben hiçbir şeyden habersiz. Çok yaramaz, numaracı şeylerdi bunlar be!

 

Evet, evet, Veli haklı; biz aykırılardık; "tutunamayanlar"dık, daha doğrusu Tutunamayanlar’ın Selim Işık’ıydık biraz. Müdür Yardımcısı Mehmet Yurduseven'in, bizim yanımıza yaklaşanları: "Dolaşmayın onlarla, onlarda her şey var!" diyerek korkutttuğu "korkunçlar"dık. Sigara içerdik, içki içerdik, sekiz ayın altı ayında gece okuldan kaçar, sabahçı kahvelerinde sabahlar, sabaha karşı sessizce okula girerdik. Kumar da oynardık. O Çapasan kahvehaneleri iyi tanırdı bizi, Kürt Ali'nin tren yolundaki gazinosu da. Ama her zaman insandık. O küçük bedenlerimizin içinde kocaman yürekler taşırdık.

 

Okulda kaldığımız gecelerde gizli gizli ağlardık. Kimsenin kötülüğünü düşünmedik, kimseyi aşağılamadık, küçümsemedik, kimseyi dolandırmadık. Arkadaştık, "biraderdik", can yoldaşıydık; sakallarımızın yeni yeni çıkmaya başladığı günlerde başkalarının verdiği jiletlerle, kahkahalar atarak törenle tıraş olmuş çocuklardık.

 

Nazilli Öğretmen Okulunda büyüdük. Büyürken isyanı, haksızlıklara baş kaldırmayı öğrendik. Aykırılığımız, uyumsuzluğumuz, tutunamayan oluşumuz bundandır; bundandır tam yetmiş iki gün "okuldan uzaklaştırma cezası" alışımız.

 

Bizi hiçbir öğretmen anlayamadı, hiçbir öğretmen bize yanaşamadı. Bu yüzden bütün öğretmenlere soğuk durduk, bu yüzden iyi öğretmen olmanın yollarını aradık. Şimdi bir araya gelince birer sulu göz olmamızın, bütün dünyayayı kucaklar gibi birbirimize sarılmamızın nedeni bu. Bir araya gelince sanki bir daha birbirimizi göremeyecekmiş gibi sarmaş dolaş, el ele kol kola oluşumuzun nedeni bu. O gördüğünüz bir ucu dünyayı saran kahkahalarımızın nedeni bu.

 

Bu yazıyı yazarken boğazımın sık sık düğümlenmesinin nedeni de bu.  2019

 

Ne çok şey yaşamışız meğer! Anlatacak ne çok anımız varmış! Bu dörtlü bir araya gelince her bellek bir anının kapısı açıyor; art alanı hüzün, yokluk, yoksulluk, parasızlık, çaresizlik, aşk acısı olan binlerce anı... Her buluşmamız, bir türlü yaşlanmayan kahkahalarımızı çoğaltıyor. Sabahçı kahvehanelerinin sıcak çayları gibi içimizi ısıtıyor. Bir arkadaşlık dostluğa dönüşünce kardeşinizden öte bir nitelik kazanıyor. Yıllarca görüşmeseniz bile bir gün yüz yüze gelince kaldığınız yerden -hiçbir şey olmamış, araya hiç bir şey girmemiş gibi- başlıyorsunuz. Biz de her buluşmada 1963-1967 arasına dönüyoruz. Bizi dost kılan dikiş izini hiçbirimiz anımsamıyoruz ama dostluğumuzun o çocuk güzelliği, o Nazilli kokusu hepimizin belleğinde dipdiri. Vedat, hep kıpır kıpır; Cengiz'in her konuşması, gizli bir zekânın sessiz çığlığı; Hüsnü'nün olgunluğu, bizden beş altı ay büyüklüğü, Demokles'in kılıcı gibi.

 

Uzattım... Ey çocukluğumun güzel çocukları, sizi hep sevdim; hep yüreğimde taşıdım. Bir daha bu kadar uzatmayalım buluşmalarımızı; biliyorsunuz yüreğimizin yorgunluğu, "elde 67" olarak bir çete gibi tehdit ediyor bizi.  2016

 

Montaigne, Denemeler’de, "eli dizginde yürüyen dostluklar"dan söz eder. Bu dostlukları da "sıradan" diye niteler. Bu dostluklarda "Aradaki bağ, güvensizliğe hiç yer vermeyecek kadar düğümlenmiş değildir." der. Bizim dostluğumuz hiç "eli dizginde" yürümedi, aramızdaki bağ çok sağlam bir "düğüm"dü, aklımıza geleni söyledik birbirimize; birimizin söylediğine ötekimiz alınmadı, gücenmedi. İşte, yine bu buluşmada da gördük bunu; Vedat konuştu, konuştu, konuştu... Biz hiç kesmedik sözünü. Ben konuştum, konuştum... Siz kesmediniz sözümü... Cengiz konuştu, konuştu; güldük çocuklar gibi. Her gülüşümüzden yeni dünyalar yarattık. Böyle olmasaydı sizden ayrıldıktan sonra bir yanımın sizde kaldığını söyleyebilir miydim?

 

Montaigne'in "dostluk" dediği asıl bizim aramızdaki dostluktur bence. Keşke Montaigne'ye duyurabilseydik, duyurabilseydik değil gösterebilseydik bu dostluğu. Montaigne'in, Denemeler’i yazdığı bir yıla örneğin 1580'e gitmek bizim için pek zor değil değil mi Cengiz Göktaş, Vedat Çağlar?  2016

 

M. Kepenek, B. Fedai, V. Çağlar, H. Toptaş, E. Erdemli, H. Ayan
C. Göktaş, h. Toptaş, V. Çağlar ve H. Ayan
bottom of page