top of page

DOSTLAR, ANILAR, KİTAPLAR

YAZIM, ANLATIM

DOSTLARIMA, ARKADAŞLARIMA MEKTUP

 

Sevgili Dostlarım, Arkadaşlarım,

 

Facebook’ta yayımladığınız hemen her şeyi, zamanım olduğu sürece virgülüne kadar okuyorum. Kürtçe, Zazaca yazılanları da… Kürtçe, Zazaca yazılanları değerlendiremiyorum çünkü o dillerle ilgili bilgilerim sınırlı.

 

Türkçe yazılanlara bakınca içim, kimi zaman “cız” ediyor. Utanıyorum. Kimi zaman incir çekirdeğini doldurmayan koca bir yazının son sözcüğüne gelince içimden: “Ah!” diyorum “Ah, bu yazıdaki yazım ve noktalama yanlışlarının, anlatım bozukluklarının, art arda sıralanan, örgüsüz düşünce karmaşasının suçlusu biziz; bu ülkenin Türkçe, Türk dili ve edebiyatı öğretmenleri.” Özellikle Türkçe ve Türk dili ve edebiyatı öğretmenlerinin yazım ve noktalama yanlışları, yaptıkları anlatım bozuklukları, kurdukları örgüsüz paragraflar içimi acıtıyor. Dayanamıyorum, kimi yazıların altına küçük bir eleştiri yazıyorum. Kimi zaman da yazarına “ileti gönderici”den (messenger) bir ileti yolluyorum başkaları eleştirimi görmesin, okumasın diye. Yazılarımı en çok da Türkçe ve Türk dili ve edebiyatı öğretmenleri okumuyorlar; biliyorum çünkü bildiklerinin dışına çıkılması, hoşlarına gitmiyor. Öyle olmasaydı 2016’da basılan TÜRKÇE DERSLERİ adlı kitabımın şimdiye dek birkaç baskı yapması gerekirdi.

 

Düzeltebilir miyim? Hayır, herkesi düzeltemem ama belki birkaç kişinin, ana dilini doğru kullanmasına, doğru yazmasına katkım olur; onlarda dil duyarlığı yaratabilirim, diyorum. Bu yüzden uzun uzun anlatıyorum önemli gördüklerimi. Birçoğunuz okumadan beğeniyor, bunu da biliyorum. Birçoğunuz okuyorsunuz ama anlamıyorsunuz, bunu da biliyorum ama ben yazmayı sürdüreceğim. Romanlarda altını çizdiğim yerleri yazacağım, dille ilgili bilgiler sunacağım size. Belki bir kişi daha katılır okumaya, belki bir kişi daha doğruları öğrenir.

 

“AN İTİBARI İLE” SÖZÜ

Bu sözün üç biçimde yazıldığını görüyorum:

1. An itibarı ile,

2. An itibariyle,

3. An itibarıyla.

Hangi yazılış doğru, derseniz 1 ve 3. doğru. Doğru da neden böyle altı ya da yedi seslemli bir söz kullanıyor insanlar? Eskiden sözlerinizin içine ne kadar Arapça, Farsça sözcük sıkıştırırsanız o kadar “okumuş” sayarlarmış sizi. Tanzimat Dönemi’nde Arapça ve Farsça sözcüklerle birlikte Fransızca sözcükler de konuşmacının “devlet ricali”nden olduğunun, mürekkep yaladığının, en azından bir yerlerde “kâtip” olduğunun göstergesiymiş. Şimdilerde bu biraz değişti. Osmanlı özentileri, özellikle Arapça ve Farsça sözcükleri Türkçelerine, Batı özentileri de İngilizce sözcükleri Türkçelerine yeğliyorlar.

 

Fransız Doğabilimci Geoges Louis BUFFON (1707-1788), “Fransız Akademisi”nde yaptığı konuşmada: “Bir insanın üslubu, kişiliğini yansıtır.” demiş; bizim Recaizade Mahmut Ekrem (1847-1914), bu sözü: “Üslub-u beyan aynıyla insan.” olarak dilimize çevirmiş. Evet, bir insanın “dil ve anlatım özellikleri” (üslup, biçem), o insanın kişiliğini yansıtır. Siz en iyisi “an itibarıyla” biçimindeki altı seslemli sözün yerine “şu an” sözünü kullanın bence. Hem daha kolay anlarız sizi hem de Türkçemiz şenlenir. Bugünlerde şenlenmeye ne çok gereksinimimiz var!

 

“TEPKİ” SÖZCÜĞÜNÜN YANLIŞ KULLANIMI

Bir şarkıcı çıkıyor televizyona: “Bu şarkım, çok olumlu tepki aldı.” diyor; bir sunucu: “Bu durum, olumsuz tepkiler yarattı.” biçiminde bir tümce kuruyor. Tepki, Fransızca reaksiyon (réaction), Arapça aksülamel (karşı eylem) sözcüklerinin Türkçesi; Türkçe tep- eyleminden    -GI ekiyle ortak gövde (hem ad hem eylem olarak kullanılan biçimbirim) olarak türetilmiş; sözcük, 1935’te TDK’nin yayımladığı Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu adlı kitapçıkta yer almış. Kimyada "tepkime" biçiminde kullanılan bir "terim"dir. Tepkiden, tepkisel sözcüğü türetilmiştir. Tepki sözcüğünün kökü, tep-[MEK] eylemi; bu yüzden tepki, hiçbir zaman olumlu olmaz. Olumlu tepki sözü, anlamca çelişen sözcüklerin bir arada kullanılmasının yol açtığı bir anlatım bozukluğudur. Olumsuz tepki sözü de gereksiz sözcüğün yol açtığı bir anlatım bozukluğudur çünkü buradaki “olumsuz” sözcüğü, “tepki”nin “olumlu”sunun varlığını okuyucunun zihnine iletir; iki nokta üst üste, geri iade, gizli sır sözlerinde olduğu gibi (NOT: Gereksiz her sözcük anlatım bozukluğu yaratmaz, kimi zaman “duruluk”u bozar.). Şarkıcı kardeşim, “olumlu tepki”yle anlatmak istediklerini geri dönüş sözüyle, bu sözü beğenmediysen olumlu yansıma sözüyle iletebilirsin. Sözcük dağarın üç beş sözcükten oluştuğu için bunları seçemiyorsun, biliyorum. Sunucu kardeşim, “olumsuz”u kaldır; tepki desen anlarız biz. Gerçekten anlar mıyız? Sevgiyle…

 

“SEBEPTEN DOLAYI” SÖZÜ

Dil bilinci, dille ilgili bilgilerin davranışa dönüştürülmesidir. Dilde iki davranış vardır: Anlama, anlatma. Dille ilgili bilgiler, “dilbilgisi” (gramer) adı altında okullarda işlenir. Dilbilgisi öğretiminin bir amacı vardır: Öğrencinin öğrendiği dilin kurallarına uygun anlatım kurmasını, bu dille yapılan anlatımlardaki yanlışları görebilmesini sağlamak.

 

Bizdeki Türkçe dilbilgisi öğretimi, öğrencide dil bilinci oluşturma amacı gütmüyor. “Ezberle, sınavda soru çöz, sonra unut!” ilkesiyle yapılıyor. Beşinci sınıftan on ikinci sınıfa kadar “dilbilgisi” öğretiliyor; kimileri Türk dili ve edebiyatı öğrenimi görüyor ama dilini yanlış kullanıyor. Dil bilinci olan insan, öğrendiği dille ilgili yanlışları gördükçe tedirgin olur; dahası “sinir” olur. Ben böyleyim. Ne zaman Türkçeyi zedeleyen bir anlatım görsem, duysam içimden şöyle bağırırım: “Yapma be kardeşim, şunun doğrusunu öğrensen de doğru yazsan, doğru konuşsan…” Şu bilgiyi öğretmiyorlar mı bizim öğretmenlerimiz? Türkçede dolayı, ötürü sözcükleri, kendilerinden önce gelen -DAn (uzaklaşma durumu eki) ekli bir tamlayana bağlanır ve ilgeç (edat) görevine girer; nedeniyle anlamı kazanır. Dolayı ve ötürü sözcükleri, “sebep”, “neden”, “bu yüzden” söz ve sözcüklerini tamlayan olarak alınca anlatım bozukluğu oluşur: “Başka sebeplerden dolayı …” = “Başka sebepler nedeniyle…” “Başka nedenlerle” desen hem az sözcük kullanacaksın hem de Türkçeyi üzmeyeceksin be kardeşim! Şimdi siz şunu diyeceksiniz bana: TDK’nin YAZIM KILAVUZU’ nun (2012 basımı) 32. sayfasında ÜÇ NOKTAnın kullanıldığı yerlerde şöyle yazıyor: “Kaba sayıldığı için veya başka bir sebepten dolayı açık yazılmak istenmeyen kelime ve bölümlerin yerine konur.” Ne diyeyim, Kılavuz’daki örneği Kılavuz için kullanalım: “Kılavuzu karga olanın burnu b...tan çıkmaz.” Bu Kılavuz’u hazırlayan, denetleyen on profesör. Türkiye’deki Türkçe öğretiminin düzeyini siz düşünün. Sevgi ve saygıyla…

 

Ek bilgi: -DAn ekinin kimi zaman, nedeniyle anlamı kazanarak eklendiği sözcüğü belirteç (zarf) tümleci görevine sokmasının nedeni, kendisinden sonra gelen dolayı, ötürü ilgeçlerinin (edat) düşmesidir. Türkçede düşen bir biçimbirimin anlamını, bir önceki biçimbirim üstlenir: Sıcak-tan dolayı terledik. > Sıcak-tan terledik. Böyle konuştuğun-dan ötürü herkes ona sırt çevirdi. > Böyle konuştuğun-dan herkes ona sırt çevirdi.

“ONUR" VE "GURUR" SÖZCÜKLERİ

Kimileri “onur” ve “gurur”u birbirinden farklı anlamlar içeren sözcükler sanıyor. Bir gazete haberi: “Adına düzenlenen gecede kısa bir konuşma yapan Orhan Gencebay: ‘Böyle geceler genelde sanatçıların vefatlarından sonra yapılır, bu ilk oldu. Yaşarken bana bu gururu, bu onuru yaşattığınız için büyük mutluluk duyuyorum, berhudar olun.’ dedi.” Bu gereksiz kullanımı yaratan, Orhan Gencebay olmasın sakın! Şu iki dize, Dilenci adlı şarkısından: “Kırdım kırılmayan gururumu ve o çok değer verdiğim onurumu.”

Gurur

Gurur, Arapça bir sözcük; Arapçada “aldatma, aldanma” anlamında kullanılıyor. Türkçeye ne zaman girmiş, bilinmiyor. Türkçede “bir insanın kendisine duyduğu saygı (özsaygı), şeref” temel anlamında kullanılmış; bu temel anlamına bağlı “övünme, kurum, çalım” ve “kendini beğenme, büyüklenme kibir” yan anlamlarını kazanmış.

 

Onur

Halk arasında (Bilecik, Düzce, Ankara, Kayseri yöresinde) “kibir, çalım” anlamında kullanılan onur sözcüğünü, “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” (TDK’nin ilk adı.), halk ağzından derlenmiş ve 1934’te gururun Türkçesi olarak Türkçeye kazandırmış. Osmanlı yandaşları o günlerde “onur” sözcüğüne, “Bu sözcük, Fransızcada ‘şeref, haysiyet’ anlamındaki ‘honneur’ (‘Onör’ okunur.) sözcüğünün çevirisidir.” gerekçesiyle karşı çıkmışlar ve sözcüğü karalamaya çalışmışlar. Bilecik, Düzce, Ankara, Kayseri yöresindende yaşayan halk, Fransızca bilir(!), hem de su gibi bilir ya. Bugünkü Türk Dil Kurumu da genel ağdaki (internet) Sözlük’ünde onur sözcüğünün kaynağını Fransızca olarak yazmış. (Eski TDK’nin yaptığı her şeyi karalama çabası mı? O dönemin Osmanlı yandaşlarının torunları olma sevdası mı? Siz karar verin.) Kısaca onur halk ağzından derlenmiş Türkçe bir sözcüktür, gurur sözcüğüyle eş anlamlıdır. Birini kullanmışsanız ötekini kullanmayın. Hem onur hem gurur insana fazla gelir.

 

BİRLİK VE BERABERLİK SÖZÜ

İşte, biri Türkçe ikincisi Farsça olan bir söz... Ne çok kullanan var bu sözü! Özellikle ulusal bir durum söz konusu olunca politikacılar, bu söze sarılıyorlar. Bir-lik, bir sözcüğünden -lIk ekiyle türetilmiş; anlamı da “bir olma durumu”. “Beraber”, Farsça “bar a bar”ı (ortadaki /a/ uzun) biraz değiştirerek yaptığımız bir sözcük. Farsçada “bar”, üst; “barabar” da üst üste, karşı karşıya anlamlarında kullanılıyor ama biz, bu sözcüğü “beraber” yapmışız ve “birlikte” anlamında kullanıyoruz. Bu durumda “birlik ve barebirlik” = birlik ve birlik oluyor. Sizce güzel mi? Gerçi Türkçe pekiştirmeyi seven bir dildir; biri Türkçe, ikincisi Arapça ya da Farsça sözcükten oluşan birçok ikilememiz vardır: doğru dürüst, eş dost, kılık kıyafet .. ama bunlar, ikilemedir; aralarında “ve” bağlacı yoktur.

 

Ben “birlik ve beraberlik” sözünü kullanmıyorum. Birlikten yanayım ben, onu seviyorum ve kullanıyorum.

YERSİZ SÖZLER, SÖZCÜKLER

Benim yazılarımı okuyorsanız şu söz ya da sözcükleri hiç kullanmadığımı görmüşsünüzdür. TÜRKÇE DERSLERİ, TÜRKLER İÇİN TÜRKÇE DİLBİLGİSİ ve EDEBİYAT  EL KİTABI, SORU BANKASI adlı kitaplarımda da bu söz ya da sözcükler yoktur.

Neden mi?

1. An itibariyle  (Doğru yazılışı: İtibarıyla).

Anlatım bozukluğuna yol açmaz ama Türkçenin “doğallık”ını örseler. Bunun yerine “şu an”, “şimdi” ya da “saat 15.30’da” vb. sözcük ve sözleri kullanılabilir.

 

Doğal anlatım: Bir dilin beğenilerine (güzel bulduğu biçimlere) uyan anlatım. “Türkçede böyle denmez.” dediğimiz, beğenmediğimiz sözler doğal değildir. Söz gelişi Türkçede banyo alınmaz, duş alınmaz; banyo yapılır, duş yapılır ya da yıkanılır, su dökünülür.

 

2. Eğer, Şayet

Anlatım bozukluğuna yol açmaz ama anlatımın “duruluk”unu bozar. İki sözcük de Farsçadan alıntıdır. Eğer, Farsçada “agar”, “gar”; şayet de “şayad” biçiminde kullanılır. Eğer, Farsçada da koşul bildiren bir ilgeçtir (edat). Şayet, Farsçada “uygundur, olur, ola” anlamında kullanılır. Türkçede dilek-koşulla ya da koşul bileşik çekimli yüklemlerin kurduğu tümcelerde bu sözcükler pekiştirme işlevli kullanılır. Çıkarılınca tümcenin anlamı değişmez: “Eğer beni sev-se buraya gelir. > Beni sev-se buraya gelir.” “Eğer kitabı oku-r-sa-n dediklerimi anlarsan. > Kitabı okursan dediklerimi anlarsın.” “Şayet biri bu adama para verirse bunları yapmaz.> Biri bu adama para verirse bunları yapmaz.

 

Duruluk: Gereksiz sözcük içermeyen anlatımın niteliği.

 

3. Tarafından

Anlatım bozukluğuna yol açmaz ama Türkçenin “doğallık”ını örseler. Arapça “taraf” sözcüğüne eklenen üçüncü kişi iyelik eki (-I), -n- iyelik ve adıl koruyucu ünsüzü ve -DAn uzaklaşma durumu ekinden oluşan tam bir Osmanlıca sözcüktür. Türkçeden kolayca çıkarılabilir: “Bu kitap Halit Ziya tarafından yazıldı. > Bu kitabı Halit Ziya yazdı.”

 

4. Sanki ... gibi

Anlatım bozukluğuna yol açmaz ama anlatımın “duruluk”unu bozar çünkü ikisi anlamdaştır. “Sanki”ile “gibi”yi aynı tümcede kullanan ne çok insan var! Bunun içine şarkıları da katalım. Oysa “sanki”nin olduğu tümcede “gibi”ye gerek yoktur: “Bir geldin, sanki zorla getirtmiş(im) gibi. / Bir baktın, sanki hiç tanışmamış(ız) gibi. / Bir öptün, hiç darılmamış(ız), hiç sarılmamış(ız), sanki hiç sevişmemiş(iz) gibi.”

 

5. Ta ki ... kadar

Anlatım bozukluğuna yol açar çünkü bu kullanım, dilin anlatım düzenine aykırıdır. Yalnızca “ta” sözcüğünü içeren bir anlatım “kadar, dek, değin” sözcükleriyle biter: Beni ta eve kadar izledi. Ta Eskişehir’e kadar yürümüş. “Ta” sözcüğü, Farsçadan dilimize giren “ki”yle ta ki sözünü oluşturur; bu söz de genellikle bağlaç görevine girer, yeter ki sözüyle aynı görevdedir. Bu yüzden “ta ki”yle başlayan bir tümce “kadar, dek, değin” sözcükleriyle bitmez. “Ta ki”ile başlayan bir tümcenin bitimindeki yüklem, emir, istek ya da gönüllük kipiyle çekimlenir: Sustum ta ki o bana soru sor-sun. (Emir) Seni hep uyaracağım ta ki sus-a-sın. (İstek) Öylece beklerim ta ki onunla sarıl-alım. (Gönüllülük)

 

6. Gidişat

Türkçe “gidiş” sözcüğüne Arapça -at eki getirilerek yapılmış Osmanlıca sözcüktür. Türkçenin “doğallık”ını örseler çünkü Türkçe kök ya da gövdelere Arapça ya da Farsça ek getirilmez. Bunun tersi doğrudur.

 

7. Mütevazi, mütevazı

Mütevazi: (Arapça “vezy” masdarından) Yöndeş; eş anlamlısı, Fransızcadan dilimize giren “paralel”. Mütevazı: (Arapça “vaz” masdarından) Alçak gönüllü.

 

Aman dikkat! Birine “alçak gönüllü”sün demek isterken “yöndeşsin, paralel”sin diyebilirsiniz. Bu yüzden, en iyisi, siz de benim gibi “alçak gönüllü” deyimini kullanın.

 

8. Mutlu mesut, ilgi alaka, sağlık sıhhat, koşul şart vb.

Eskiden bir sözcüğün Türkçesiyle Arapça ya da Farsçasını böyle ikileme biçiminde kullanmaya haşiv denirdi. Haşiv de bir “anlatım kusuru” olarak görülürdü. Birinci sözcükler Türkçedir ve anlatılmak isteneni çok iyi anlatır, ikincisine gerek var mı?

 

9. Sahip

En sevmediğim sözcüktür; Arapçadan girdiği için mi? Hayır, Amerikan filmlerindeki köleliği, tutsaklığı, bir başkasına bağlılığı içerdiği için olabilir. Orta Türkçede (VIII -XI. yüzyıllar arası) bunun yerine “iye” kullanılırdı.

 

“Sahip” sözcüğünü kullanmıyorum, eksikliğini de duymuyorum çünkü ilgi durumu eki (-In, -nIn, -im), “var” ve “olan” sözcüklerinden uygun olanı yetiyor.

 

10. Tebrik etmek

Yeniden yaygınlaştı bu Osmanlıca söz. Oysa Türkçesi ne güzeldir: Kutlamak. “Kutlamak” eylemi varken [XI. yüzyılda yazılan “Kut-adgu Bilig” adında da geçen “kut” (mutluluk, sevinç)] “tebrik etme”ye hiç yüz vermedim.

 

11. Süre zarfında

Bu sözü kimileri çok beğeniyorlar, kullanınca anlatımlarının güzelleşeceğini sanıyorlar. Sözdeki “süre” Türkçe, “zarf” Arapça; Arapçadaki anlamları “güzellik, incelik” ve “bir şeyin dış yüzü, kılıf”. Bizde, genellikle içine mektup konan kılıf anlamında kullanılıyor, bir de dilbilgisinde terim olarak. Bu sözdeki anlamı “içinde”: Süre zarfında = Süre içinde. Zarf bu anlamı nasıl kazandı, bilmiyorum ama bildiğim bir şey varsa zarfın içindeki Arapçada mazruftur. Osmanlıda “Zarfa değil mazrufa bak.” sözü de dediğimi doğrular. Zarf, bu sözde gereksiz bir süs. Türkçede -DA, bulunma durumu (hâli) ekidir. Eklendiği sözcükle genellikle eylem arasında ilgi kurar, eylemin,  eklendiği sözcüğün içinde ya da üzerinde yapıldığı kavramı bildirir: Masa-DA(masanın üzerinde) duruyor. Ev-DE (evin içinde) uyuyor. Şubat-TA (şubatın içinde) gelecek. Eylül-DE (eylülün içinde) gidecek vb. Bu sözden “zarf” kaldırın, süre-DE sözcüğü zarfın anlamını eksiksiz yansıtacaktır.

DÜZELTME İŞARETİ (^) HİÇBİR ZAMAN KALKMADI

Kimi Türkçe öğretmenleri, kimi kişiler, genellikle "şapka" olarak bilinen düzeltme işaretinin (^) kaldırıldığını söylerler. Bu, doğru değildir. Düzeltme işaretinin kaldırıldığı tek yer /l/'den önce ve sonra gelen /a/ ve /u/'ların üzeridir. Kaldırılış tarihi de 1965'tir. 1965'ten önce örneğin lâmba, reklâm, lâle, istiklâl, istikbâl biçiminde yazılan sözcükler, 1965'ten sonra lamba, reklam, lale, istiklal, istikbal biçiminde yazılmaya başlanmıştır.

 

Düzeltme işaretinin ve özellikle Osmanlıcada sözcükleri sıfatlaştıran nispet ekinin (î) kullanıldığı yerleri birçok öğretmen arkadaşımızın, birçok dostumuzun bilmediğini anladım. O bölümü burada yayımlamak istedim. Yararlı olması umuduyla...

 

Düzeltme işaretinin (^) kulanıldığı yerler

1. Arapça ve Farsçadan dilimize giren kimi sözcüklerde ve özel adlarda bulunan, ince /g/, ince/k/ ünsüzlerinden sonra gelen ince /a/ ve ince /u/ ünlüleri üzerine konulur: dergâh, gâvur, karargâh, tezgâh, yadigâr, Nigâr; dükkân, hikâye, kâfir, kâğıt, Hakkâri, Kâzım; gülgûn; mahkûm, mezkûr, sükûn, sükût vb.

Kişi ve yer adlarında ince / l /ünsüzünden sonra gelen /a/ ve /u/ ünlüleri de düzeltme işaretiyle yazılır: Halûk, Lâle, Nalân; Balâ, Elâzığ, İslâhiye, Lâdik, Lâpseki, Selânik vb.

 

2. Yazılışları aynı, anlamları ve söylenişleri ayrı olan sözcükleri ayırt etmek için okunuşları uzun olan ünlülerin üzerine konulur: adem (yokluk), âdem (insan); adet (sayı), âdet (gelenek, alışkanlık); alem (bayrak), âlem (dünya, evren); aşık (eklem kemiği), âşık (vurgun, tutkun); hal (sebze, meyve vb. satılan yer), hâl (durum, vaziyet); hala (babanın kız kardeşi), hâlâ (henüz); rahim (esirgeme), rahîm (koruyan, acıyan); şura (şu yer), şûra (danışma kurulu) vb.

 

3. Nispet (sıfatlaştırma) ekinin (î), yapma (belirtme) durumu ve iyelik ekiyle karışmasını önlemek için kullanılır: (Türk) askeri ve askerî (okul), (İslam) dini ve dinî (bilgiler), (fizik) ilmi ve ilmî (tartışmalar), (Babamın) resmi ve resmî (kuruluşlar), (Osmanlı) tarihi, tarihî (yapılar), milli (toprak), millî maç, (insanın) edebi, edebî (eser) vb.

 

Bu işaret, yukarıda belirtilen karışma söz konusu değilse kullanılmaz: Ticari, ahlaki, insani, hukuki, içtimai vb.

 

BU AÇIKLAMA ALİ AYBAL İÇİNDİ AMA ...

Sevgili Ali,

TDK YAZIM KILAVUZU’nun birçok yanlışı, tutarsızsızlığı var; bunları 2012’de eleştirdim, eleştiri metnini ilgili yerlere ve TDK’ye gönderdim. Bana teşekkürle birlikte, Kılavuz’u yeniden ele aldıklarında eleştirilerimi göz önünde bulunduracaklarını belirttiler. Bu eleştirileri huseyintoptas.com adresli sitemde görebilirsin.

 

Senin eleştirdiğin durumlar, benim eleştiri metnimde var, haklısın ama şimdilik o Kılavuz’a uymak zorundayız; yazımda “keyfilik”, doğru bir tutum değildir bence. Tırnak içerisine alının sözler ya da tümceler 1. Tırnak içerisine alınan bir sözse bu sözün ilk sözcüğü küçük harfle başlar ve sözün sonuna hiçbir işaret konulmaz: Herkes bu konuda “yaşamın anlamına ulaşma” çabasından söz ediyor. 2. Tırnak içerisine alınan söz bir tümceyse bu tümcenin anlamına göre şu işaretler konulur: a. Kurallı bir tümceyse sonuna nokta konulur ve ondan sonra gelen “dedi” sözcüğü küçük harfle başlar: Dün Ali: “Bisikletlerimizin bakımını yapmalıyız.” dedi. b. Eksiltili tümceyse -yüklemi olmamasına karşın varmış gibi algılanan tümce- sonuna üç nokta konulur: Dün Ali, arkadaşlarına: “Haydi arkadaşlar dağlara…” dedi. c. Ünlem tümcesiyle sonuna ünlem işareti konulur: “Dün Ali, arkadaşlarına: “Geç kaldık, yürüyün!” diye bağırdı. ç. Soru tümcesiyle soru işareti konulur: Ali, arkadaşlarına: “Öne geçme sırası kimde?” diye sordu. d. Hem soru tümcesi hem eksiltiliyse ?.. işareti konulur. Buradaki toplam nokta sayısı üçtür, bu sayının içinde soru işaretinin noktası da vardır: Ali, arkadaşlarına: “Nereye böyle?..” diye sordu. e. Hem ünlem tümcesi hem eksiltiliyse !.. işareti konulur: Ali, arkadaşlarına duygusal bir sesle: “Hey, dostlarım!..” dedi.

 

NOT: İngilizcede tırnak içerisine alınan tümcelerden sonra virgül konulduğu için Microsoft Word, noktadan sonra gelen “dedi” sözcüğünü büyük harfle başlatıyor. Türkçe yazımda tırnak içerisindeki tümcenin noktasından sonra küçük harfle başlanacağını öğrenememiş. İyi de Word’ün yazımını doğru olarak benimseyen “aydınlarımıza”(!) ne diyelim? Sevgiyle…

 

 

8 MART GEÇTİ, YANLIŞLAR DURUYOR.

Bir 8 Mart daha geçti. Kadınlarımıza hep yanlış yapıldı, keşke yazımız doğru olsaydı. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde kadınlara saygımızı yazlarımızla da gösterseydik keşke. Kural: ANMA VE KUTLAMA GÜNLERİNDEKİ SÖZCÜKLERİN İLK HARFİ BÜYÜK YAZILIR. Siz tüm sözcükleri büyük harfle de yazabilirsiniz.

 

8 Mart 1857'de New York’ta bir tekstil fabrikasında grevci işçilere polisin saldırması, işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin kurulan barikatlar yüzünden kaçamamaları sonucu olarak yüz yirmi kadın işçinin ölmesi anısına, 8 Mart 1908'de New York’ta  sosyaIist kadın işçilerin sendikal haklar ve kadınlara oy hakkı içen düzenledikleri mitingin anısına, 1917 Şubat Devrimi’nin 8 Mart günü yapılan kadın yürüyüşü ve grevleriyle başlamasının anısına, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun.

 

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde insanlığımızı bir kez daha anımsayalım. 8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ, bütün dünya kadınlarının köleliğe, eziyete, sömürüye başkaldırdığı gün olsun.

DİL BİLİNCİ, YAZAR, SANATÇI

Dil bilinci olmayan bir kişinin yazar ya da sanatçı olması, eski bir söyleyişle “eşyanın tabiatına aykırı”dır. Türkiye'de ne çok eşya, tabiatına aykırı! Bunların en önemlilerin biri de Türkiye'de dil bilinci olmayan birçok kişinin şiirler(!), öyküler(!), romanlar(!) yazabilme yürekliliğini(!) göstermesi; bunları yayımlamayan dergileri kıyasıya eleştirmesi, bir dergi çıkararak kendi şiirlerini yayımlaması, kendisini önemsemeyen eleştirmenleri de yan tutmakla suçlamasıdır. Bu durum yeni değil. Şiirleri, şiire; tiyatroları tiyatroya benzemeyen Abdülhak Hamit'i Recaizade Ekrem, yazın dünyasına şair-i âzâm  olarak sunduğundan beri böyle bu.

 

Bilinç, bilginin davranışa dönüştürülmesidir. Dilbilgisinin öğretilme amacı da budur. Öğrenci, dille ilgili bütün bilgileri davranışa dönüştürücek; böylelikle dilini doğru kullanacak yani anlatım bozukluğu içeren anlatımlar kurmayacak, anlatım bozukluğu içeren anlatımları da görebilecektir. Bu yüzden ilköğretimi bitiren, haydi biraz daha yükseltelim, ortaöğretimi bitiren herkesten beklenen budur.

 

Güzel ve etkili anlatım kurmak sanatçının işidir. Sanatçı, dil bilinci ve becerileriyle güzel ve etkili anlatım kurarak alıcısını (okuyucu) etkilemek zorundadır ama bunu yaparken dilini bozmaz, anlatım bozukluğu içeren tümceler kurmaz; kurmamalıdır. Halide Edip'in anlatım bozukluğu içeren, İngilizce özentili tümcelerini kılçıklı dil olarak benimsemek, bunları “Kılçıklı ama lezzetli! Kılçıklı balıklar lezzetli olur.” gibi Asya şaklabanlığıyla aklamaya çalışmak, olsa olsa Türkiye'de olur.

 

BİZDE DİL BİLİNCİ (EMRE SALİH kardeşimin sorusuna yanıtım.)

Bizde yazın (edebiyat) kültürünün temeli olan iki kavram birbirine karıştırılıyor: Yazar, sanatçı. Özellikle "yazar" sözcüğüne "sanatçı" anlamını yüklediğimizden beri böyle bu. Eskiden "yazar" için "muharrir, müellif", "sanatçı" için "edip" sözcükleri kullanılırdı. Böyle olunca her nasılsa bir yerde "yazı" yazan kişi, kendisini "Türkçenin büyük ağabeyi" olarak görüyor. Türkçeyi, Türkçenin doğasını, Türkçenin dilbilgisini, yazım kurallarını umursamadan başlıyor yazmaya. Bu tür yazarların(!) yanlışlarını, bozdukları Türkçeyi düzeltmek zor. Bizim insanımız da  -ozan, kam, baksı, şamanlar ve Dede Korkut'tan bu yana yazar ya da sanatçıya gösterdiği saygıdan olacak- onların yaptıklarını sanki Tanrı'nın yaptırdığını sanarak hoş görüyor. Bir de günümüzde üniversitelerimizde profesör sanıyla "edebiyat", "Türk dili" öğreten, öğrettiği dilin inceliklerini, değerlerini tam olarak bilmeyen, bellediği bilgileri, bir ses aygıtı gibi öğrencilere sunan, aynı bilgileri bire bir isteyenler var. Bunlar, yazdıkları kitabın bilimsel yanlışlarla, yazım yanlışlarıyla dolu olduğunu göremiyorlar. Onların kitaplarıyla yetişen öğretmenler de aynı yanlışları yapıyorlar. Düzeltme işaretini "şapka" olarak adlandıran, "Sözcüklerin yazımında şapka kalktı." bilgiçliğiyle öğrencilerini yönlendiren Türkçe, Türk dili ve edebiyatı öğretmenlerine ne demeli? İşte bu tür insanlar, bu tür yazarlar dil bilincinden yoksun bir biçimde güncelliğin tadını çıkarıyorlar. Şunu unutmamalıyız: Ortaokulu bitiren herkes, ana dilini "doğru" ve "iyi" kullanmalıdır çünkü ilkokul ikinci sınıfta başlayan ana dili öğretiminin içeriğini "Türkçeyi doğru ve iyi kullanmak" oluşturur.

 

Şimdilik bu kadar. [Uzun yazdım; bir başka zaman örneğin Ahmet Hamdi Tanpınar'ın HUZUR romanındaki anlatım bozukluklarının -bunların bir bölümünü TÜRKÇE DERSLERİ (2 cilt, 1140 sayfa) adlı kitabıma aldım- Sait Faik, Peyami Safa, Murathan Mungan'ın yanlışlarının hoş görülemeyeceğini anlatmayı isterim.]

 

HEM DERSİNİ BİLMİYOR HEM ŞİŞMAN HERKESTEN

"Yabancılaştırma" içerikli bir gazete haberi, dünyanın öbür ucundaki bir şairi nasıl etkiler? Bir "acı" şiire nasıl sindirilir? Çehov gibi, soğukkanlı bir alaysamayla anlatılarak bine, on bine nasıl katlanır? Şiire zekâ nerelerden sızar?

 

Böyle sindirilir, böyle katlanır, böyle sızar bence.

Yazın (edebiyat) öğretmenleri bu şiiri sınıfta tahtaya yazmalı, yukarıdaki soruları öğrencilere sormalı, öğrencilerin algılarını dünyaya çevirmeliler. Bir de "Bir şiir nasıl oyunlaştırılır?" sorusunu sormalı öğrencilerine, öğrencilerin görüşlerini almalı ve Haluk BİLGİNER'in o olağanüstü videosunu izletmeliler. Böyle düşünüyorum.                  

 

KONUŞMA

Aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci;

Üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten.

Ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?

Hem dersini bilmiyor hem de şişman herkesten.

 

İyi nişan alırdı kendini asan zenci,

Bira içmez ağlardı, babası değirmenci,

Sizden iyi olmasın, boşanmada birinci...

Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.                 Ülkü TAMER

 

VİDEO: https://twitter.com/wannartcom/status/1084548183102029825

 

TÜRKÇE, TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ÖĞRETMENLERİNE

 

“GELENEKSEL DİLBİLGİSİNDE YANLIŞ TERİMLER”den kimilerini FACEBOOK ve TWITTER’da altı bölümde anlatmaya çalıştım. Yazılarıma gösterilen ilginin bendeki izlenimleri şöyle:

a. 1975-1976 Erzurum KÂZIM KARABEKİR EĞİTİM ENSİTÜSÜ TÜRKÇE BÖLÜMÜnden ve 1977-1981 İZMİR BUCA EĞİTİM ENSTİTÜSÜ (FAKÜLTE) TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜnden, yıllar önce emekli olmalarına karşın bu yazıları okuyan değerbilr sevgili öğrencilerimin içten paylaşımları gözlerimi yaşartıyor. Hepinizin gözlerinden öperim.

 

Dört ÖĞRETMEN SİTESİndeki öteki öğretmen arkadaşlara gelince

b. Bizim Türkçe, Türk dili ve edebiyatı öğretmenlerinin büyük bir bölümü, üniversitede öğrendikleri bilgileri sorgulamadan benimsemişler. Yeni bilgilerle karşılaşınca önce bunları yadsıyorlar, sonra öğrendikleri yalan yanlış bilgilerle bunlara karşı çıkmaya çalışıyorlar.

 

c. Bizim Türkçe, Türk dili ve edebiyatı öğretmenlerinin bir bölümü, bu tür yazıları okumuyorlar; okuyanların bir bölümü anlamıyorlar çünkü o konunun temel kavramlarını bilmiyorlar.

 

ç. Bizim Türkçe, Türk dili ve edebiyatı öğretmenlerinin bir bölümü, eleştirel düşünme becerisi kazanmış kişiler. Bu öğretmenler, doğruyu hemen benimsemek, ona inanmak yerine araştırıyorlar; doğrunun kaynaklarına iniyorlar; sonra bu doğruyu, kendi doğrularına dönüştürüyorlar. Bu arkadaşların sayısı oldukça az.

 

BU YÜZDEN BU ANLATIMLARI BURADA BİTİYORUM.

1. “ADLAŞMIŞ SIFAT” doğru bir terim midir? Sıfat, adın girdiği bir görev değil mi?

2. EYLEMSİ’nin doğru tanımı nedir? Bir sözcüğün eylemsi olup olmadığını nasıl anlarız? Örneğin “Bu olaya bak-ış-ı-nızı beğendik.”, “Bir bak-ış-ı-nızla sevdalandım.” tümcelerindeki “bakış” sözcüklerinin hangisi eylemsidir?

3. Bağlaçla bağlanan sıralı tümceye BAĞLI TÜMCE demek, doğru mu?

4. BELİRTİSİZ NESNE, yalın durumda (hâl, cas) mı bulunur?

5. DEYİMLEŞMİŞ BİRLEŞİK EYLEM olur mu?

 

Bu ve buna benzer birçok sorunun yanıtını aramak isteyenler, TÜRKÇE DERSLERİ (2 CİLT, 1140 SAYFA) ve TÜRKLER İÇİN TÜRKÇE DİLBİLGİSİ kitaplarıma başvurabilirler. Sevgi ve saygılarımla…

 

KAPI, ÇATI, GECE SÖZCÜKLERİ

Kapı, Eski Türkçede “kapıg” biçimindedir ve “temir kapıġ” (demir kapı) tamlamasında geçer. Sözcüğün kökü  “birleşmek, kapanmak” anlamındaki kap- eylemidir. Bu eylemden Eski Türkçedeki -g ekiyle türetilmiş; daha sonra Oğuzcada sondaki /g/ seslerinin düşmesiyle araya giren -ı- yardımcı ünlüsü, düşen ekin işlevini üstlenmiştir: kap-ı-g > kap-ı.

 

Çatı sözcüğünün kökü “birbirine değmek” anlamındaki çat- eylemidir. Bu eylemden Eski Türkçede de eylemden ad yapan -I ekiyle türemiştir.

 

Gece, geç- eyleminden değil “erken”in karşıtı “geç” adından türemiştir. Eski Türkçede geç- eylemindeki /e/ sesi kısa, geç adındaki /e/ sesi uzundur. Tek seslemli köklerde uzun ünlü, köke ünlüyle başlayan bir ek gelince sözcüğün sonundaki ötümsüz (sert) ünsüzü , ötümlüleştirir (yumuşatır). Örneğin “Saat dokuzu üç GEÇ-E geldik.” tümcesindeki /ç/ sesinin korunmasının nedeni, geç- eylemindeki ünlünün kısa olmasıdır. “Ge:ç” adındaki /e/ sesi uzun olduğu için addan ad yapın -A ekini alınca sözcüğün sonundaki /ç/ sesi ötümlüleşmiştir (yumuşamıştır).

bottom of page