top of page

DOSTLAR, ANILAR, KİTAPLAR

EŞİM, KIZLARIM, DOSTLAR, ARKADAŞLAR

 

BELMA: 21 ŞUBAT’IM, GÖKYÜZÜM

Yaralı bir evde görmüştüm ilk kez seni; aşk, yaralı bir ceylanın bakışlarıydı. Öyle baktın, o gün bugün bu yürek iflah olmadı. Bir güvercine su verir gibi uzattığın çayda gölgen vardı. O gün, her şey seninle başladı; seninle bitti; bütün bekleyişler, bütün şubatlar, bütün yıllar… Ben uyaksız, ölçüsüz şiir kalıntısı; çok eski zamanlardan. Gezdiğim bütün sokaklarda, açık pencerelerde sen, çiçek saksılarında senin ellerin… Badem ağaçları çiçek açar, senin tenin. Sana her bakışımda, yeniden geliyorum dünyaya; senin yüzün, denize bakan ev şenliği. Evdeşim, yoldaşım, beyaz sözcüğüm, mavi seslim, yeni yaşın hoş gelsin. Ben eksilmeden yaşların hiç eksilmesin.  2020

EVDEŞİM, EŞİM BELMA’YA

Yüreğimi sıcak elleriyle kavrayıp mağara serinliğine götüren kadınım, beni yakan son alevim, bitmeyen şiirim, yıkandığım ilk ırmağım, canım. Bugün yeni bir yaşa daha başlıyorsun ya, çok heyecanlanıyorum. Senin yaşlarını nasıl anlatsam? Sen “gökyüzü”sün, ben “yeryüzü”yüm, bize “yeryüzü-gökyüzü tamlaması” diyebilir aşk tarihinin KÖR HOMEROSLARI ama seni “zamanın güzellikle anlam kazanmış HELEN’i” olarak anacaklardır, biliyorum. Bütün yaşlarının özeti de şu: Her yaşında beni Ulysses yolculuğuna çıkardın; her yolculuk, beni benden aldı. Bildiğim bir şey daha var: Her yaşında daha çok seviyorum seni. Ben eksilmeden yaşların hiç eksilmesin. 2019

 

HELİN’İM, KIZIL ŞAFAKLARA ALTIN BOŞALTAN KIZIM

Keklik kanadında gezen kızım, incir yaprağına düşen gün ışığım. 3 Temmuz’um, Anadol’umun arka koltuğunda büyüyen kuzum. Bir yaş daha çoğaldın, bir yaş daha anne oldun, bir yaş daha Heval’imin ablası oldun. Yeni yaşın, gecikmiş bir posta treninin getirdiği mutlululuk mektubu olsun; okudukça gözlerinin ışığı çoğalsın, bütün romanlar içinde en çok okunacak roman kadar yaşamına tat katsın canım kızım, güzel kızım, can kızım.  

                                                               

Canım kızım, adıyla özdeşim, "yüreğimdeki kuş yuvam", kardeş halkları kardeş kılanım, elleriyle gökyüzünü mayalayanım, Mantıku't Tayr’ın Simurg'una yoldaş olan kuşum, "Keşke yalnız bunu için sevseydim seni." dizesine sinen imgem, orta ikiden ölerek ayrılan çocuklara güller dağıtanım, anne karnındayken Varto'yu, annesinin gözlerinden seven kızım, 3 Temmuz benim de seninle baba olarak doğduğum gün, ikimize kutlu olsun. Yeni yaşın senin olsun, içindeki bütün kışları bahara dönüştürsün. 2018

3 Temmuz... Sen doğdun, ben de seninle doğdum canım kızım. Erzurum, o karanlık günlerin Erzurum'u, o temmuz gününde birden güzelleşti. Adını Helin Sinem koyduk annenle, "yüreğimizin yuvası" seninle kuruldu çünkü. Baba olmak, senin baban olmak ne güzel şeymiş meğer! Bugün yine 3 Temmuz, bugün seni ne çok sevdiğimi bir kez daha anladım. Yeni yaşını, seni sevdiğim gibi, gözüm gibi seveceğim canım kızım. Mutlu ol!  2017         

                               

10 ŞUBAT’IM, HEVAL’İM, CANIM KIZIM  

Seni nasıl anlatsam seni, bütün şubatlara anlatsam, bütün dağ çeşmelerine, elden ayaktan düşen o İstanbul’a, denize miyop gözlerle bakan İzmir’e… “Kızım.” desem, “Canım.” desem, “Heval’im.” desem sonra da bütün Hevallere çocuk şarkıları söylesem… Seni nasıl anlatsam seni? Daha dün doğdun sanki, daha dün annenle mavi bir aşkın kapısındaydık. Doğdun, İzmir yeniden doğdu. Denize baktık, kuşlara baktık, bütün çoğul anlamlara baktık, deniz de sendin, kuşlar da sen, bütün çoğul anlamlar da sen. Şimdi sen yeni bir yaşa daha giriyorsun ya, şimdi bir kadın balkonda napoliten bir şarkı söyler, şimdi Orta Çağ’dan kalma bir töre intihar eder, bütün pas tutmuş kilitler açılır. Kutlu olsun canım kızım.  2020 

                                       

Yirmi dokuz yaşımın baharındaydım, sen doğdun, İzmir’i kucakladım, bağrıma bastım. Annemden emdiğim sütün tadı dolaştı damaklarımda. Anneni daha çok sevdim seni doğurduğu için, İzmir’i sevdim. Doğdun, dört buçuk ay sonra vücuduma saplanan kurşunlara anneni, Helin’imi ve seni düşünerek direndim; ölmedim. Ölseydim bana çok kızacağını biliyordum çünkü ben, dört buçuk yaşımdayken ölen babama hep kızdım, insan biricik oğlunu bu kadar küçükken bırakır mı, dedim. Yaşıyorsam babansam bunda senin emeğin az değil. Her yaşını seviyorum canım kızım, bu yaşını daha çok seveceğim. İzmir’e gelişlerini seviyorum. Sen ne zaman bizden ayrılsan annenle ben, Waterloo Savaşı’dan dönen o perişan askerlere benziyoruz; güçsüz ve yorgun. Boş ver, sen her yaşını mutlu yaşa canım kızım.  2019                                      

 

10 Şubat.

Canım kızım, “yoldaş”ım, Heval’im. Ehmedê Xanî’den ve Yusuf Has Hacip’ten aldığım izinle adını Heval koymuştum. Mem û Zin ve Kutadgu Bilig alkışlamıştı beni. Sen doğunca Huseynê Bateyî ile Kaşgarlı Mahmut’u “heval” kılmıştım. Bir yanında Divanü Lügati’t Türk bir yanında Mewlid-i Nebî’yle büyüdün sen. Sonra Cigerxwin: “Ey heval Pol Robson!” diye bir çığlık gönderdi. Seni bu sözcüklerle besledim. Sen, kaşlarını çattın; bütün haksızlıklara karşı kaşlarını çattın. Her yaşında “canınla beslediğin” dostluklarla ve isyanla çoğaldın. Bu yaşın… Bu yaşın eski bir dosta gönderilmiş mektup olsun canım kızım.  2018

 

"SEN YAŞAMI ÇOCUKKEN ÖĞRENMİŞSİN."

Doğum günümde Belma, beni böyle tanımladı. Belma'nın beni böyle tanımlaması elbette önemli ama insanın çocukken öğrendiği yaşam, belleğinde bir yeraltı ırmağı olarak saklı duruyor. O ırmak, kimi zaman bir küçük sözcükle, kimi zaman bir insan yüzüyle coşuyor; biriktirdiğiniz her şeyi belleğinizin ön sınırına getiriyor, selin bıraktığı kalıntılar gibi: "Al, işte bu sensin!" diyor. Doğum günüm, belleğime: "Al, işte bu sensin!" dedirtti. Düşündüm, gerçekten ben neyim? Belma'nın uyandığımda yanağıma kondurduğu o öpücükteyim. Sabahın erken saatinde bana: "İyi ki doğdun dedem." diyen Ali Derin'le, Nil'deyim. Helin'imin sıcacık sesinde, Heval'imin "Babam!" derken dışarı fırlayan yüreğindeyim. Fikret Şahin'in sözcüklerindeki benim. Cengiz Göktaş'ın, Kadir Gülcü'nün "biraderim"le başlayan telefon sesindeyim, "Mutlu yıllar..." eksiltili tümcesindeki iki sözcükteyim; "hocam"la başlayan, "hocam"la biten o güzel yüreklerin içindeki küçük bir izim; "abi, ağabey", "amca, dayı"ların abisi, ağabeyi, amcası, dayısıyım; bir yanım "gökyüzü", bir yanım "lale", Müfit'in sıcak gülüşündeyim; "Türkçeyi sizinle sevdim." sözcüklerindeki gizemim, "Varto"dan söz eden her anlatıcının gözleriyim; Birol'un, Sabri'nin, Vedat'ın, Hüsnü'nün yıkandığı ırmakta yıkanan çok eski bir dervişim. Susan insan, bağıran iç sesim; ben, sizsiz, maviliğini yitirecek gökyüzüyüm. Ben neyim, gerçekten neyim? Sait Faik'in İki Kişiye Bir Hikâye’sindeki Barba Yakamoz gibi "bir tahtası eksiklerden”im.  2018 

 

DUYGU DÜNYAMIN YERALTI HARİTASI

Yeni yaşıma girerken kendimle hesaplaştım, duygu dünyamın yeraltı haritasını koydum önüme, hoşgörümün sınırlarına baktım. Ne çok şey biriktirmişim! Baladız'dan Elmalı'ya çocukluğumun izlerinde capcanlı duran arkadaşlarım; Nazilli Öğretmen Okulundaki ilk gençlik yıllarım, hüzünlerim, çılgınlıklarım; bu yılların kişiliğime kattığı dostluk ve kardeşlikle bağlandığım, "birader" kıldığım arkadaşlarım; Konya Selçuk Eğitimde 68 Kuşağı olmanın bilinciyle yeni bir "ben"e eklenen arkadaşlarım; ilk görev yerim Varto, Varto, Varto yüz bin kere Varto... Binlerce öğrencim, bu öğrencilerimle tam kırk yedi yıldır kesintisiz süren sevgi dolu dostluğum, Varto'daki arkadaşlarım; 12 Mart, hapishane... Hapishane arkadaşlarım; Erzurum Kâzım Karabekir Eğitimdeki öğrencilerim, arkadaşlarım; burada bana "gökyüzü" olan sevgili eşim Belma; beni baba kılan kızım Helin; İzmir günleri, kurşunlar içinde doğan Heval'im; Buca Eğitim Enstitüsündeki (Fakültesi) öğrencilerim, arkadaşlarım, dostlarım, bu yıllardan vücudumda kalan, zaman zaman "Ben buradayım, unutma!" diye beni uyaran birkaç "kurşun"um; İltek Dershanesinde benim sesime ulaşan binlerce öğrencim ve onların otuz beş yıldır süren dostlukları; sonra BATI... Batı Dershanesinde "birader"im olan arkadaşlarım; beni hiç durmadan yenileyen binlerce öğrencim, onlarca öğretmen arkadaşım... Yaşamıma dokunan, bende iz bırakan öteki duyarlı dostlarım, sevdiklerim, beni sizinle dost kılan bütün zamanlar, bütün yerler, bütün kentler... Duygu dünyamın görünmez ustaları sizsiniz, sizinle genişlettim hoşgörümün sınırlarını. Sizler çok yaşayın, ömrünüz bol olsun. Bana ulaştırdığınız o güzel dileklerinizi size dileğim olarak gönderiyorum. 2017

 

ZARİF PEKOL

Zarif, Zarif, Kardeşim Zarif… Kızlarımın Zarif “hala”sı, Dostluğun, yeniden okuduğum bir dost kitap kadar can katmıştır canıma. Kırk yıldır her yaşını güneşin doğuşunu başlatan o son karanlıkta, hep o dostlukla izledim. Her yaşın, Hemingway’in Temiz ve Aydınlık Bir Yer öyküsündeki o kahvehaneyi aramakla geçti. Bulacağız kardeşim, bir gün bulacağız; bu yaşında olmazsa gelecek yaşında, bulacağız o kahveyi. Bu yaşında da içini sel basmasın, gözlerinin ışığı solmasın, sesini bütün kuşlar kanatlarında taşısın.  2019

 

Şimdi zamana meydan okuma zamanı, şimdi sana yaş biçme zamanı, şimdi Zarif zamanı, şimdi kardeş zamanı. Kenarı koparılmış sıcak ekmek kardeşim, çöl sıcağında içilen soğuk şu kardeşim; elleri kardeş, gözleri kardeş, yüreği kardeş; Ağrı Dağı kardeşliği kardeşim, sana biçtiğim yaş Sümerlerden önceye düştü; halkına Sümercede "dağ halkı" dediler; sana ben bütün mazlum halkların kızı, yeni yaşına da Zarif yaşı diyorum.  2018

                                     

Bugün doğdun ya sen, şimdi yüz bin yıllık bir Mezopotamya güneşi ağır ağır doğarken Ksenofon, uykusundan uyanacak ve Anabasis’i yazacak, senin düşlerindeki o güzelim insanları anlatacak. Memo, yeniden Zin’e âşık olacak; Cigerxun " Ey heval Pol Robson!" diyecek. Senin yaşın olmayacak, benim canım kardeşim olarak yaşsız kalacaksın. 2017

                                

CENGİZ GÖKTAŞ: CANDAN ÖTE

Kimi insanlar vardır, çocukluğunuz birbirine karışmıştır, onlarla anılarınız çoğalmıştır, siz çoğalmışsınızdır; dört yılı, dört yüzyıl kadar derin yaşamışsınızdır. Ülkü TAMER: “Hatırlamak en büyük düşmanıdır yalnızlığın.” diyor. Anımsıyorum, bu dört yüzyılın derin yaşamında en çok Cengiz GÖKTAŞ var, yalnız değilim. Kardeşim mi, dostum mu, arkadaşım mı? Hayır, değil hiçbiri değil; bunlar değil. Daha ötesinde, daha derinde bir şey. Ben, eski sözcük avcısı ben, bunu anlatacak sözcük bulamıyorum. Bir sözcüğe sığmayan bir şey, belki bir imgeyle anlatılabilir: CANDAN ÖTE. Bizim için “birader” sözcüğünün anlamı buydu işte. Merhaba biraderim, bu yılki Nazilli Öğretmen Okulluların buluşmasında seninle attığımız o kahkahalar hâlâ kulaklarımda. Gözlerimize insan kaçtı, ben bu yüzden gözlerimi oğuşturup duruyorum. Gözlerinden öperim biraderim.   2020                              

 

Can Dostum, Kardeşten Daha kardeşim,

Yeni her yaşında Nazilli günlerimiz geliyor aklıma; o, on dört, on beş, on altı, on yedi yaşlarımız geliyor; törenle sakal tıraşı olduğumuz, kendimizi sigaraya, şaraba, rakıya, gecelere vurduğumuz günler… Uzun Çarşı’da elli kuruşumuzu bölüştüğümüz günler… Hiç dinmeyen kahkahalarla yaşama asıldığımız, isyanlarımıza sevgililerimizi karıştırmadığımız günler… Bunlar için hiç “keşke” demedik ikimiz de. Ne yaşadıysak güzel yaşadık, dostça, kardeşçe yaşadık. Her yaşımız bir şenliktir bizim, senin yaşın yaşamdan savaşılarak koparılmış bir şenliktir. Yaşam, şenliktir; sen bu şenlikte benim güzel yürekli dostumsun. Yeni yaşın da bir başka şenlik olsun biraderim. 2020                                           

 

VEDAT ÇAĞLAR: YAŞAMA MEYDAN OKUYAN ÇOK SESLİ DOST

Vedat, bütün sözcükleri soyar; onlara şiir elbiseleri diker, “gülüm”ü için diker. Sonra o sözcüklerden ordu kurar, onlarla geçer o yaban ırmaklarını, nereden geldiği belli olmayan sevdalı kış günlerini. Onlarla söyler bütün direnme türkülerini. Her şeye direnir; yokluklara, yoksulluklara direnir; dost için söylenen yanlış sözlere direnir, birdenbire gelen sayrılıklara direnir. Kalbinde bizim tarihimizi yazan bir “vakanüvis” vardır, Dede Korkut dilli bir “vakanüvis”. Herkese açar yazdığı sayfaları, cömertçe açar. Okuyan ne anlar bizim tarihimizden? İşte bu, bir türlü kayda geçmemiştir. Bir dağ ölür, bir ırmak kurur; Vedat onların yasını tutar gizli gizli. Sonra gider bütün yaşlarını gecenin çiyiyle tarar. Yeni yaşı, bu yüzden hapse girmiştir; ancak uzak sevgi sözleriyle kutlanacaktır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur. 2020  (ÖLÜMÜ 2023. Anıları bizimle yaşıyor.)                          

 

Vedat kim midir? Anası onu MÖ 5000 yıllarında Gılgameş adlı bir gezgin ozandan çalmıştır. Damarlarındaki şiir Gılgameş'in geçtiği ırmaktan alınan bir tas sudur. Bu yüzden çiviyazıyla yazılan tarihin arka sokaklarında dolaşmıştır. MÖ 4000 yıllarında Nazilli Öğretmen Okulunda "belalılar takımı"na katılmış; burada Hüseyin Toptaş, Cengiz Göktaş, Hüsnü Ayan ve şimdi burada adını anmak istemediğimiz birçok delikanlıyla okul disiplin kurulunu sürekli çalıştırmıştır ama en az hasarla kurtulan da odur. Bir yüzyıl sonra Refiye adlı bir devriş-bacıyla tanışmış ve hemen evlenmiştir. Şimdi onun yaşını soruyorlar bana, Vedat'ın yaşı yoktur ama kâhinler bana bu yüzyılın ona güzellikler, mutluluklar vereceğini söylediler. 2018   

                                

HÜSNÜ AYAN

Sevgili Hüsnü, biraderim, sana her yaş yakışır; bu yaşın, uzun süre kesilen elektrik sonrası birdenbire yanan yüz mumluk ampullerin yarattığı sevinci yaşatsın sana; sonra hep aydınlık kalsın yüreğin.  2017                                        

 

MEHMET KEPENEK

Sevgili Kepenek, hiç solmayan güzel insan, güzel dost, Nazilli ve Konya günlerimizin sakin yüzlü volkanı, üzerinde kuşların tam bir dostlukla uçtuğu çocuk volkanı, senin her yaşın yakanda bir karanfildir; bilirim. Bu yaşın, Mukaddes'e uzattığın gül olsun.   2019 

 

                                            

BİROL FEDAİ: BİZİM “NİZAM-I MÜLK”ÜMÜZ

Ona bir dünya verin, düzenlesin; inanıyorsanız öteki dünyayı da… Sinan’ın minareleri bile onun kurduğu düzen kadar altın oranlı değildir. Defterindeki bütün çiçekler tam bir matematiksel düzendedir, bizim gibi kır çiçekleridir. Her çiçek bir dosttur. Arkadaşlığın, dostluğun bütün sokaklarını her sabah temizler; arındırır. Onun dostluğunda ölüm, kıyı bulamaz kendisine. Derin denizinde Fenike alfabesinin harflerini saklar, bir de Nazilli’nin “İnci”sini. O “İnci”yi Fuzulî gibi nisan bulutuna verdiği bir gözyaşı damlasından almıştır. Fethiyeli görünür ama Akdeniz’den bir “asa”yla geldiği söylentisi yaygındır. Girit’in Orta Çağ’daki bütün boşluklarında onun düzeni vardır. Nazilli Öğretmen Okulu günlerinin “uzun boylu” flamacısıdır. Her yaşında boyu biraz daha uzar. Saçına ak düştüğünde çoktan dede olmuştur. O, benim güzel dostumdur. Güzel dostum, bu yaşın, geçmiş yaşlarının en güzeli olsun.   2020                                        

 

Birol Fedai: Bir yaşa beş yaş sığdıran yaş ustası, yaşam ustası. Birol Fedai: Bir dost, eski dost, güzel dost, can dost. Birol Fedai: Denizleri örgütleyen, ırmakları düzene sokan kardeş. Birol Fedai: Bütün kentlerin hemşerisi, bütün ilçelerin Kerem’i. Yeni yaşın, yaşam olsun; dost olsun, düzen olsun, Kerem olsun.  2019                                         

 

NİHAT KOCAMAZ: HEP DOST, HEP YOLDAŞ

Ona bir at verin, iyi bir at olsun, dörtnala gitsin bütün yollarda. O, o ata binmez; yanında yürür büyük bir saygıyla. Belki atın nazına da katlanır çünkü onun yüreği 1917 Devrimi’ndeki bütün atlara su vermiştir, arpa vermiştir kendisi açken. Bugün Nihat’ın doğum günü; eski bir dostun, Nazilli Öğretmen Okulundan bir yoldaşın doğum günü. Doğumu, bütün nehirleri taşırmıştır; bu yüzden hep bir nehir taşır yanında, bir de geyik. O nehirler ve o güzel gözlü “yarın geyiği”, bu yaşına da can katacaktır biliyorum. Bildiğim bir şey daha var: Nihat, hep dosttur; hep yoldaştır.  2019                              

 

Sevgili Nihat, eski dostum, yoldaşım, el yordamıyla yaşımızı hesapladığımız günlerde hiçbir şeyimiz yoktu yüreğimizden başka. Şimdi nereden çıktı bu çok sayılı, çok anlamlı yaşlar? Biriktirdiğimiz onca acı, onca işkence, onca ölüm mü yaşımızı anlamlandıran? Belki sesimizde bir tını, saçımızda bir ak leke, içimizdeki küllenen kıvılcımdır yaşımız. Seninki kaç? Benimki kaç? Bunun önemi yok, biliyorum. Önemli olan, o tınının, o lekenin akıp giden günlerdeki gülüşleridir; bunu da biliyorum ama yine de bu yaşın, sol dudağına iliştirdiğin bir gülümseme olsun sevgili kardeşim. 2018                                           

 

SABRİ ERDEM: ÇABUK ALEV ALAN “SELCEN” ÇIRASI

Bugün doğmuşsun, Facebook öyle diyor. Ağustosun yarısı yaz, yarısı kıştır, derler. Bence anan seni ağustosun kış yanına sıcaklık katsın diye doğurmuştur. Şimdi birdenbire alev alıyorsun ya haksızlığa ve yalana dolana, bunun başlangıcı o ağustostur. O içindeki yargıç, o vicdan denilen yargıç, yetmiş yıldır kim bilir kaç kez alevlendirdi seni; kaç kez başını belaya soktu? Çocukluğumuzun en güzel günlerinde, o Nazilli Öğretmen Okulu günlerimizde tanımıştım seni; 398 Hüseyin Toptaş, 399 Sabri ERDEM’dik seninle. O zaman da alevdin, Selcen çırasıydın. Sevgili kardeşim, bu yaşın, yeşerttiğin o orman olsun; o ağaçların gölgesinde sevginle yaşa.   2019                                                  

 

Sabri Erdem... Nazilli Öğretmen Okulunda, 1963'ün 1-B'sinde benden bir numara sonraki inatçı saçlı, inatçı çocuk: 399 Sabri Erdem. Bakmayın şimdi saçsızlığına, saçları eğilmemek için dökülmüştür onun; inatçılığından, boyun eğmezliğinden dökülmüştür. Boğun eğmezdir, değerbilirdir, hoşgörülüdür. Soyadının yakıştığı insandır. Konuştu mu dolu dolu konuşur; bütün yüreğiyle konuşur, dobra dobra konuşur. Elleriyle, gözleriyle konuşur. Şimdi yeni bir yaşa giriyor, artık eskisi kadar değildir, demeyin sakın. Yaş, onu görünce kaçacaktır; belki birkaç çizgi bırakıp kaçacaktır ama mutlaka kaçacaktır. Sevgili Sabri, eski dostum, yaşının kaçtığı yer, dostluğunun denizi olsun.  2018

 

ALİ RIZA KAYA

Seninle biz, sabıkalı bir kargayı su içerken görsek güleriz; gözleri on numara bir fıskiye, çiçek yerine bizi sularsa güleriz, Akdeniz dalgalarının sesini bastırmak için Akdeniz’e bağıra bağıra şarkılar söylerken güleriz. Bir dostluk, ortak kahkaha üzerinde duruyorsa hiç yıkılmıyor. Bu deneyimi seninle dostluğumda kazandım sevgili Ali. Kırk yılı aşan dostluğumuzda hep benim yaşıma koştun, benimle yaş yarışı yaptın ama beni geçemezsin kardeşim. Yaşlanmak benim işim, her yaşta biraz daha genç kalmak senin işin. Bu yaşınla da benim yaşıma koşacaksın, biliyorum. Söyle yaşına, çizmeden yukarı çıkmasın. Yeni yaşının da gözlerinden öperim.   2020                                                                                   

 

FİKRET ŞAHİN

Fikret kardeşim, can dostum, "Fikret Şahin ve Arkadaşları'nın Fikret Şahin”i, On Dört Külçe Yürek’in en uzun boylusu, bıyıklarında gemiler yüzen eski deniz, sana yaş bulamadım ben. İçinden bir yaş tut, onu Zülküf'e böl; Mümtaz'la, İbrahim'le, Recep'le, İsmail ağabeyle, Battal Bate'yle, Mahmut'la, Kâzım'la, Erdal'la ve benimle çarp, senin yaşın odur. Senin yaşın yüreğinde durur, onurlu bir gül gibi durur ve Orhan'ın şiirlerini okur. 2018

 

ÜMİT GÜLCÜ

Sevgili kardeşim, yok yok benden on gün büyük ablam, bu yaşın bu yüzyılın en güzel günlerini yaşatsın sana; her yanında sonu mutlu biten kitaplar açsın, gözlerinin ferini hiç soldurmasın. 2019                                 

 

ŞENSAL BİÇER

Şensal’ı görünce o özveri simgesi annem gelir aklıma, annedir Şensal. Özveriyi Şensal’la bin kez çarpın, çıkana bir de değerbilirliği ekleyin; o, Şensal’dır. Her yıl, bizler yaşlanırken onun genç kalması bundadır. Bundandır, bir eliyle Avrupa’yı kucaklarken bir eliyle dostlarını selamlaması. 2020 sana hangi yaşı uygun gördüyse o yaşa selam olsun sevgili Şensal. 2020                                           

Şensal... Şensal... O eski vagonların üstünde hiç yorulmadan uçan bütün tren kuşlarının annesi Şensal... Bütün Selçuklu kervansaraylarının koruyucusu, değerbilir sözlerin sözlüğü Şensal... Şimdi de senin doğum günündeyiz. Yeni yaşın Mimar Sinan güzelliğiyle bin yıllar sürsün. 2019                                                                                                    

 

SİBEL YILDIZ

Sibel… Adının anlamında gizli bir kadındır Sibel: Bir bulutun ilk yağmur damlasıdır, gökkuşağında asılı kalmıştır. Çok renkli olması bundandır, bundandır gittiği yere bir düzyazı güzelliği taşıması. Anasının dilindeki türküler tutsaktır, onun sesindeki gizli öfkenin gizli anlamı o türkülerdedir. Onu gören bütün sokaklar, cadde olmaya özenir, meydan olmaya… Kayseri Ovası’ndaki deli otlar onun kardeşidir; sık sık bağrına bastığı güvercin yavrusu, bir “velayetname”nin ilk tümcesidir, o “velayetname”yi de on üçüncü yüzyılda kendisi yazmıştır. O gün bugün her yaşında kendi tarihinde açık duran mavi bir kapıdan günümüze gelir. Bu yaşında da o mavi kapıdan bir yağmur damlası olarak gelecek, bütün dünyayı canladıracaktır.  2020                               

Sibel... Sibel hangi gün doğmuşsa karlı bir dağda bir yolcu, mutlaka yolunu bulmuştur; gökyüzünde bir turna, eşine kavuşmuştur; çölde bir bedevi, yıldızlarla içli içli konuşmuştur; kundakta bir bebek -belki de Helin Zelal adlı bir bebek- ilk "anne" sözcüğünü fısıldamıştır. O yüzden Sibel'in her yaşı, bir armağandır. Bu yaşın da öyle olsun Sibel, bu yaşın da günlük güneşlik olsun.  2019  

                                   

 

NEŞE SERDAR

Neşe, sürgün bir düzyazıdır; noktasız virgülsüzdür, piyona sesine sürgündür, belki de kaval sesine. Oysa kimse bilmez James Joyce’un Ulysses’inden sürüldüğünü. Bu yüzden herkes onu anladım sanır ama kimse anlamamıştır. Virgülsüzlüğünü aşka yoran olmuştur, noktasızlığını çoşkusuna… Değildir, bunların hiçbiri değildir Neşe. Kepenklerini erken açan bir sahafın el yazısına âşık olduğu için sürülmüştür sürüldüğü yerden. Her yıl doğum gününde, dört yol ağzında benim sözcüklerimi bekler. “Bu sözcükler beni bu aşktan kurtarır.” der her yıl ama kurtulamaz. Kurtulmaz, kurtulmayı istemez. Bu doğum gününde de öyle olacak, biliyorum.  2020                                

 

BERNA ARICAN GUİSTİNO

Sen bir Kızılderili olarak doğsaydın adın mutlaka "Yaşsız Çiçek" olurdu çünkü her mevsimde açarsın sen; insanlara güzellikler sunmak için, dünyayı güzelleştirmek için açarsın. Bu yaşında yepyeni mutluluklar sunmak için aç, olur mu Yaşsız Çiçek?  2018

 

                                                   

GÖNÜL DEDE

Eski bir Şaman şenliğidir Gönül, büyük bir düzenle, büyük bir ateşin etrafında döner; dönen de kendisidir dönülen de. Bir “baksı”dır, geceyi ve gündüzü bir yorgan gibi bürünür, nerede bir hasta varsa onu sağaltmaya koşar. Bu yüzden yaşı yoktur, zaman ona yaklaşmaz, yaklaşırsa onu elinden tutar, su içmeye götürür, ona bir denbej gibi destan okur. Anıları vardır, her yıl, 27 Eylül’de özenle bohçasından çıkarır; havalandırır, yine özenle yerine kor. Bu anlatı da o bohçaya girsin diyedir.  2019                                          

 

DİLEK SARIKAYA 

Dilek: Bir dost coğrafyanın armağanı. Evet, belki bir “denbej”in o dağlara yansıyan sesinden doğdun sen; belki de bir Karacaoğlan türküsündeki on bir hecesin. Belki o dağlar kızı babaannen, çılgınlıkla üfürdü seni. Bu yüzden her yaşın, bir oba şenliğidir senin. Her yaşında, Varto dağlarından bir çift turna havalanır; kar sularında yıkanır, senin o özgürlük tutkunu ufkunda sevinçle durur. Şimdi bu yaşın, evet bu yaşın, çocuklara, bütün çocuklara, doğacak çocuklara armağan olsun. 2019                                           

 

Bugün günlerden "Dilek", bugün günlerden kırk kanatlı kuşlar günü yani senin doğum günün. Bir eski çıkrığa bağlanan eski bir kova gibi gıcırdayan bütün eski yaşların, şimdi kendi çektiği kovaya düşen bir bulut olsun. Yeni yaşın, bütün susuz halklara, yurdunda yurtsuz yaşayan insanlara su olsun. 2017                               

 

ARZU KAYA

Bir kelebek kanadındaki kadın: Arzu. Bir su üstü kuşu: Arzu. Bir gecikmesiz anne: Arzu. Sana her yaş kısa gelir, sana konan her yaşı hemen tüketirsin. Bu yaşın, içinde kalan ne varsa onunla buluştursun seni.  2018                                        

 

SAĞ OLUN

Dün birkaç dostuma "TÜRKÇE DERSLERİ"ni imzaladım. Ne çok özlemişim dost sesini, dost gözlerini, dost kokusunu! Soğuğu sıcak kıldık, içime öğretmenliğimi yeniden doldurdum. Bu buluşmayı düzenleyen, dağa taşa, sokaklara, göklere, "mağripten maşrıka" Türkçeyi sevdirmeye çalışan Şensal BİÇER, o güzelim pazar gününün bir bölümde de olsa sesini sesimize katan Dr. Gürsel ÖNER, Opr. Dr. Eyüp ÖNER, Prof. Dr. Hakan ÖNER, Nihal ÖNER, Derin ÖNER, güldü mü yüz okka gülen, gözlerinin arkasında nazlı genç kızlığını saklayan, kızlarımın halası, canım kardeşim Zarif PEKOL, her zaman duyarlı, hep dost, hep kardeş, matematiği Cemal Süreya dizesi gibi matematikleştiren, can kardeşim Matematik Öğretmeni Kadir GÜLCÜ, hasta yatağından kalkıp gelen, gözlerindeki direnci, ellerindeki Türkçeyi eski bir derviş gülümsemesiyle cömertçe sunan, sevgili öğrencim Prof. Dr. Hatice ŞİRİN, bu buluşma için ta İstanbul'dan gelen, İstanbul'da hep kendisini arayan, bütün çiçeklerin ablası, İzmir gülüşlü Türkçe Öğretmeni Neşe SERDAR, sesinde müziği bir ipeğe dönüştüren, her şarkıya yaşanmamış aşklar katan Nurşen SERDAR, bütün arkadaşlarının koruyucu annesi, her öğrencisinin sıcak sözcüklü Türkçecisi sevgili öğrencim Gönül DEDE, nereye gitse, nerede olsa değerbilirliğini yanında götüren, ödünsüz dost, sevgili öğrencim Türkçe Öğretmeni Nevin EMİN, sessiz Türkçesini yakasında taşıyan Türkçe Öğretmeni sevgili öğrencim Filiz ÖZSOY, kapalı kitapların alt anlamlarından yeni gazeller üretmek için saçlarındaki beyazları bulutlara bağışlayan sevgili öğrencim Türkçe Öğretmeni Kubilay TANIK, yaşamın içinde bulduğu çok anlamlılığı çiçeklere, arılara ve kırlangıçlara bol bol sunan, Marquez'in Kolera Günlerinde Aşk’ının güzel gözlü kadını, sevgili öğrencim Türkçe Öğretmeni Gülay HATİPOĞLU, güzel günlerin nereden ve nasıl geleceğini iyi bilen, gençliğini her zaman kendisine saklayan sevgili öğrencim Türkçe Öğretmeni İsmail GENÇ, gülümsemeleri Türkçe kadar güzel Türkçe Öğretmenleri sevgili Seyhan DÜNDAR, sevgili Saliha ÖZALAN, sizler ne güzel dostlarsınız! Bu buluşma için İstanbul'dan gelen, kızımın İstanbul sorumlusu, iş arkadaşı, can dostu, dostluğunu büyük harflerle yüreğime yazdığım sevgili Nazlı ÜLGEN ve biricik kızı ADA, sizleri çok sevdim. Sağ olun. Canım kızım, Heval'im, bir dinlenme gününü bana ayırıp ta İstanbul'dan geldiğin için sağ ol. Bu buluşmaya hastalığı, işi, sınav görevi vb. yüzünden gelemeyen, telefonla beni arayan, ısrarla başka bir zaman yeniden buluşmayı isteyen bütün dostlarım, arkadaşlarım, merak etmeyin sizin sıcaklığınızı duyumsadık. Sizler de sağ olun.   2016

 

TUNCER GÖNEN: “İYİ BİR DÜNYA OYUNCUSU”

Elli bir yıldır bu kitabı bekliyordum, bu şiir kitabını. Tuncer, üniversitede benden bir dönem sonraydı. Daha o yıllarda birçok yerde adı geçen bir şairdi, şiirleri dergilerde yayımlanıyordu, tanınıyordu. Çok yönlüydü: Tiyatro oyunculuğu, yönetmenlik, şairlik… Pedro BLOCH’un Eurydice’nin Elleri adlı tek kişilik oyununu birçok salonda oynamıştı. Başarılıydı. Franz LİSZT’in İkinci Macar Rapsodisi’ni oyunun müziği olarak kullanmıştı. O zamanlarda çok az kişinin bildiği Liszt’in bu yapıtını bilmesi, oyununda kullanması gözümden kaçmadı: Tuncer, sıradan bir şair değildi öyleyse; bilgisi, kültür düzeyi, içten gülüşüyle dostluğa uygundu. Öyle oldu, Tuncer’le dost olduk. Bu dostlukta onu daha önce tanıyan, İzmir’den arkadaşı, sınıf arkadaşım, şair, o dönemin fotoğrafçısı Ali ÖZPALANLAR’ın da katkısını anımsamalıyım.

 

1968 olayları, o olayların çocukları bizler, şenlikteki fişekler gibi dağıldık. Sonrası… (Sonrasını o dönemin tarihçileri anlatsın.)

 

Tuncer’in İzmir’de yaşadığını 1977’de, Danıştay kararıyla Buca Eğitim Enstitüsünde göreve başlayınca sınıf arkadaşı Orhan ÇİPLİ’den öğrendim ama bir türlü iletişim kuramadım. Tuncer şimdi Urla’da, genç bir oğul yitirmenin acısını bir eşkıya gibi dağlarda fotoğraflara vuruyor. Şiirlerindeki o gizemli dokuyu fotoğraflarına da sindiriyor. 2019

HAKLISIN KARDEŞİM SAİT FAİK, BU DÜNYANIN “ESKİ TADI YOK”.

 

Evet, Pulat KARAKAŞ, Pulat ağabeyim öldü. Pulat ağabeyim, Varto’ya atandığımda okul müdürüydü. Çabuk anlaştık, dost olduk, kardeş olduk. Muğla Yerkesik’e atandı. Ben hapisten çıkmıştım, açıktaydım, parasızdım, annem kanserdi, Muğla Devlet Hastanesindeydi. Onlarda kaldım uzun süre. Geceleri cebime bir el para koyardı, onun eliydi. Muğla’da herkes bizi kardeş bilirdi, öyleydik; o, tam kırk yedi yıldır benim ağabeyimdi.Her ölüm, daha önce ölenleri getiriyor akla; babamı, annemi, Hüseyin’i, Aytül ablayı, Sabriye’yi, Zülküf’ü, Ali'yi ve ötekileri. Birden ölüm üşüşüyor elimize, kolumuza. Sait Faik, Kırlangıç Yuvasındaki Kadın öyküsünü şöyle bitirir: “Düşündüm. İki senedir emekli Zeynel Efendi de gelmiyor. Biletçi Celal de Hasan Efendi de gözükmedi. Balıkçı Apostol da pencerenin bir kena­rında ağ örmüyor iki senedir. Tevekkeli iki senedir bu kahvede çayın eski tadı yok.”* Haklısın kardeşim Sait Faik, bu dünyanın artık “eski tadı yok”. (*SAİT FAİK, BÜTÜN ESERLERİ, HAVUZ BAŞI, SON KUŞLAR, Bilgi Yay., İst. 1970, s. 228.)

 

SABRİYE’YE ALTINCI KUŞSUZ MEKTUP

(Sabriye'nin ölümünün altıncı yılı.)*

 

Senin adresin 24 Mayıs oldu altı yıldır. Ölüm, zamana yeni adres yazarmış, bunu da öğrendim. Sen öldükten sonra ne çok şey öğrendim! Yaşasaydın hemen şöyle derdin: “Hoca’m, bize anlatın n’olur; bugünkü semineri buna ayırın!” Anlattığımda da anlattıklarımın bir yerine karşı çıkar, beni yeni şeyler söylemeye zorlardın. Şimdi o seminerler yok. Kimi şeyleri, belki de o seminerlere sığmayan kimi şeyleri, artık Facebook’ta yazıyorum ama kimse göz kapaklarımdaki keçi yolunundan inen o çok renkli gökyüzünü görmüyor; gözlerimde yükselen dağların dumanının ayrımında değil. Auguste RODİN, öğrencilerinin hayran kaldığı Balzac heykelinin ellerini, atölyesindeki baltayla kırmıyor şimdi. FLAUBERT: “Madam Bovary’deki şu han sahnesi beni çok yordu, günlerimi harcadım.” demiyor. O soğukkanlı Anton ÇEHOV da “Bir kadına ‘Gözleriniz ne güzel!’ demek, ’Siz çirkinsiniz!’ demektir.” demiyor. Vüsat O. BENER, senden sekiz yıl önce öldü; o da beni Bay Muannit Sahtegi’nin Notları’yla delirtemiyor. Yazlar da öyle çabuk gelmiyor artık. Gazi Bulvarı’ndaki ağaçları serçeler, eskisi kadar sevmiyor. Acılarımızı şiir diplerine döküyoruz. Sen yoksun ama ölüm duruyor Sabriye. Ben ölünce ölüm de ölse diyorum.​*SABRİYE YÜKSEKDAĞ, Batı Dersaneleri (1986-2011) Türkçe öğretmeni, 24 Mayıs 2013, kanser.

 

BEŞİNCİ KUŞSUZ MEKTUP

Sevgili Sabriye, ölümünün beşinci yılındayız; sen öldükten sonra neler mi oldu? Sevdiklerinden başlayıyım. Dilek, Çakabey’de bölüm başkanı; evlendi. Arada yazışıyoruz. “Nasıl gidiyor evlilik?” diyorum, mutlu olduğundan söz ediyor. Arzu’nun kızı büyümüş; anaokuluna gidiyormuş, Face’ten izliyorum. Sibel’in Helin’i artık güzel bir genç kız. Haberler bu kadar. Sevgili Sabriye, ne zaman bir yazı yayımlasam Face’te; sen geliyorsun aklıma. Bu yazıyı hemen heyecanla okurdu, ardından sorularına başlardı: “Hocam, yazının şurasını anlayamadım. Hocam, şurayı biraz açar mısınız? Aaa Hocam, bunu hiç düşünmemiştim.” derdi diyorum.Bu ara seni anarak TUTUNAMAYANLAR’I OKUMA VE ANLAMA KILAVUZU’nu yayımladım. Okusaydın “Hocam, ben postmodernist romanı sevmiyorum.” sözünü bir daha söylemezdin. Hoşça kal Sabriye, hoşça kal dost, hoşça kal değerbilir arkadaş, hoşçakal yaşamı yaşamadan tüketen güzel insan.

 

DÖRDÜNCÜ KUŞSUZ MEKTUP

Sevgili Sabriye,

Sen öleli bugün 1460 gün olmuş. Uzun deme, daha dün gibi. Oğuz Atay'ın Babama Mektup’unda söylediği gibi, biz bu süre içerisinde seni yalnızca anılarımızda kalan yanlarını anımsatan durumlarda andık. Adın geçince yüreğimizdeki o eski, o bin yıllık gülümsemeyle ağlama, iç içe, tam bir diyalektik güzellik içinde yeşerdi. Bu arada, çok istediğin TÜRKÇE DERSLERİ kitabım yayımlandı; artık "Nerede yazıyor bu bilgiler?" diyenlere TÜRKÇE DERSLERİ’ni gösterebilirsin. Gösteremezsin elbet, biliyorum; "Ölüler, yaşayanların umurundadır; ölenlerin ölümden haberi yoktur." diyeceksin. Haklısın ama insan, ölümü de anlamlı kılmak istiyor be Sabriye'm. Gözlerinden öperim.

 

 

MÜZİK ÖĞRETMENİMİZ AHMET KAYA ÖLMÜŞ!

Çok üzüldüm. Klasik Batı müziğini, müziği onunla sevmiştik. Yüreğimizin bir yanında hep Ahmet KAYA vardı. Ona yaptığımız şakalar vardı: Yeni okulda voleybol filesinin yanındaki o eski kırmızı Volkswagen'inin yerini değiştirdiğimizde yüzündeki şaşkınlığı unutmadım. Eşinin (Kâfiye Kaya) Galata Köprüsü'nün bir başında kolundan çıktığını, onun bunun fark etmediğini, Köprü'nün bitiminde kolunun boş olduğunu görünce "Kolumda biri vardı ama kimdi?" diye kendisine sorduğunu hiç unutmadım. Arap Fikret'in (Fikret Doğruak) benim çalmam gereken mandolin parçasını arka sırada çalmasını, benim bu hileyle iyi not almamı unutmadım.Arabamdaki radyo TRT FM3'e ayarlı, bunu size borçluyum.

 

Kısaca sizi unutmadım sevgili Ahmet KAYA. Benim ve birçok arkadaşımın anılarında yaşayacaksınınız. Başımız sağ olsun.

 

AH SACİT AH!..*

Senin ardından ne yazayım şimdi? Yüreğinin güzelliğini mi, insanlığını mı; seni kardeşim gibi, oğlum gibi sevdiğimi mi; yaşamını çarçur edişine kızdığımda sana bağırdığımı, seni bir çocuk gibi ağlattığımı, senin ağlayışına kahrolduğumu, senin "Abicim, söz; bundan sonra böyle olmayacak." sözünde hiç durmadığını mı yazayım Sacit? "Yaşam, üç günde nasıl harcanır?" öyküsünün sessiz, candan, dost kahramanı Sacit! Ah Sacit ah!.. Ben senin ardından yazmamalıydım, sen benim ardımdan yazmalıydın. Anıların benim cennetimde yaşayacak Sacit, gözlerinden öperim.*SACİT AYANOĞLU, Türk dili ve edebiyatı öğretmeni, Ankara DTCF mezunu, BATI DERSHANELERİ Türkçe öğretmeni. 8 Eylül 2018                           

 

 

ALİ KIRKIK, AH ALİ KIRKIK!

Konuşurken üst dudağının çizgisini alt dudağının ortasına getirmez, o küçük eğri çizgiye Söke Ovası’nın bütün güzel kızlarını sığdırırdı. Kapaklı gözlerinde gözbebekleri, bu dünyaya sığmayan bir hüzzam besteyi dinler gibi hüzünlüydü. Az konuşurdu, suskunluğunda yeni bir şiir emzirirdi. Sessizce süzülürdü aramıza, bir ürkek yaşlı serçe gibi.

 

Okula benden sonra girmişti ama bizden yaşça büyüktü. Çoğu öğrenci tanımazdı onu, görse bile tanımazdı. Kendisini silen beyaz bir silgiydi. İçki içerken her yanı şiir kokardı, bir kadehe bütün alın yazısını doldururdu.

 

Gerçekten Ali Kırkık, kimdi? Üç yıl birlikte okuduk, birçok şiir gecesinde şiirlerimizi okuduk, çok sözcük çıktı ağzımızdan ama kimdi Ali Kırkık? Çocukluğunu hiç sormadım; kardeşi var mıydı, hiç sormadım; yalnızca kız kardeşi için yazdığı şiiri anımsıyorum. Babası sağ mıydı, kimdi, ne iş yapardı, annesi nasıl bir kadındı, hiç sormadım. O, bana sormuş muydu? Hiç anımsamıyorum. Biz yalnızca dostluğun içinde dolaşan “gönlü gördüğü her güzele nişanlı, öylesine bir[er] şair, öylesine bir[er] delikanlı”ydık.1967’de yollarımız ayrıldı. Gazi Eğitim Enstitüsünü bitirdiğini, İstanbul’da yaşadığını duydum. 2000’li yılların başında bir gün beni aradı telefonla; soyadını değiştirdiğini, BAYSAL yaptığını, beyininden ameliyat olduğunu, ölümünün yakın olduğu söyledi. Bir daha haber alamadım Ali Kırkık’tan. 2000’li yılların başında ölmüş. Ölüme bile sessizce sokulmuştur, biliyorum. Adını anmak istedim Ali’nin. Bizim acemice yazdığımız kırık dökük dizelerin yanında onunkiler gerçekten şiirdi. 

 

Bizim dünyamızdan, Nazilli Öğretmen Okulluların dünyasından, bir Ali KIRKIK geçti. Kimseyi üzmeden geçti.​

HALİL ŞAHAN’IN BİR YAZISI ÜZERİNE FACE YAZIŞMASI

Ben: Ah be Halil ağabey, o aşkın izleri hiç silinmez; ne zaman bir şarkı duysa insan, o yaradan ince bir kan sızar; yeniden o günlere döner; o günlerin çekingen, hüzünlü çocuğu oluverirsin. Kaç mektup yazdığını, kaç şiir yazdığını unutursun. Benim de seninkine benzer bir öyküm var ama yalnızca benzer. Benimki Marquez'in KOLERA GÜNLERİNDE AŞKI'na daha çok benziyor. Neyse... Bu küçük öyküden yeni bir kurgulamayla roman çıkabilir. Ne dersin?

 

Halil Şahan: Sevgili Toptaş, romana girişmeyi düşünmedim değil. Ne oldu biliyor musun, üç yıl önce bu anıyı yazıyı yazıp yayımlayınca sanki aşkım bitiverdi. Dee neden sonra dipte kalan birkaç kırıntı canlanır gibi oldu. Şimdi kalkar bir roman yazarsam hepten gider o aşk. Oysa onsuz yapamam, kırıntısına, döküntüsüne de razıyım. Espri yaptığımı sanma. Gerçek. Selamlar Toptaş.

 

Ben: Bilirim sevgili Halil ağabeyim bilirim, anlattın mı yazası gelmez insanın. Yazmak, Sait Faikçe "deli olmamak için"dir. Anlatınca içi soğur insanın. O ince sızıyı yitirmemek için Fuzulî gibi "vuslat" istemezsin. Yoksa büyü bozulur, yüreğinde yeniden yarattığın o eski sevgili çirkinleşir, belki yok olur. Evet, evet de sen yine de dene. Kurgu ustasısın, kurgularsan gerçek, artık herkesin gerçeği olur, bilirsin.

 

Sevgi ve saygılarımla...

bottom of page