top of page

TDK "YAZIM KILAVUZU" ELEŞTİRİLERİ-1

  • Hüseyin Toptaş
  • 30 Ağu 2024
  • 8 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 2 Eki 2024


GENEL DEĞERLENDİRME

Bir dilin yazım kılavuzu, o dilin “anayasa”sıdır. Anayasa metinleri, çok açık, çok duru, çok yalın olur; kesinlik içerir, yoruma elverişli değildir. Anasaya metinlerindeki bu “çok”lu özellikler, dili çok iyi kullanarak yaratılır. Her anayasa, bir süre sonra toplumsal gelişmelerin gerisinde kalabilir; toplumun gereksinimlerini karşılayamaz duruma gelebilir. Bu durumda, toplumsal uzlaşmayla anayasanın eskiyen, geçerliğini yitiren yanları değiştirilir. Her değiştirme, bir öncekinin olumlu, doğru, ileri yanlarının üzerine kurulur. Hiçbir anayasa maddesi, geri, çağ dışı olamaz; genel insan değerlerini yok sayarak oluşturulmaz, her madde uluslararası hukuk değerleri göz önünde bulundurularak yazılır. 

 

Türkçenin “yazım kılavuzu” da Türkçe yazımın “anayasa”sıdır. Bu anayasayı yazma görevi bir yasayla Türk Dil Kurumuna verilmiştir; Kurum dışında hiçbir kurum, kuruluş ya da kişi, “yazım kılavuzu” yazamaz. Kurum, yazım kılavuzunun “tekel”i olduğu için Türkçeye, dil tarihine, halkına karşı sorumludur. Özensiz tutumlar, bu kavramlara karşı “saygısızlık” olarak algılanabilir. Böyle olunca Kurum, büyük bir yükümlülükle karşı karşıyadır. Yazacağı kılavuz, birkaç kişinin görüş açısıyla oluşturulmuş, dar bir alana özgü kılavuz olmayacak; herkesin kılavuzu olacaktır. Herkesin kılavuzunu yazmak için Türkçenin ses, biçim, anlam, sözdizimi özelliklerini, Türkçe dilbilgisinde birbirine karşıt görüşleri, dilbilimin son verilerini, Türkçenin eğilimlerini göz önünde bulundurmak gerekir. Yazılırken seçilen her sözcüğe, kurulan her tümceye, verilen her örneğe kılı kırk yararcasına özen gösterilir. Kuralların doğru, açık, belirgin, mantıklı, tutarlı, örneklerin doğru ve yeterli olması, Türkçeyle yazan kişilere “kılavuzluk” yapması beklenir. Kurallar yazılırken örnekler seçilirken yan tutan davranışlardan, ideolojik algılardan, “hatır gönül” ilişkilerinden uzaklaşılır; ön yargılar bir yana bırakılır, küçümseyici yaklaşımlardan kaçınılır. Her kural, hem içerik hem anlatım hem de verilen örnekler yönünden birkaç kez denetlenir. Denetlemeyi yapan kurulun, yazan kuruldan farklı anlayıştaki kişilerden oluşması aranılan bir özelliktir. Bir kılavuzu, herkesin kılavuzu yapmanın, “kalıcı” kılmanın yolu budur. Bu yolla, “Türkçenin kısır tartışmalarla yıpratılmaması, geliştirilmesi, yaygınlaştırılması ve zenginleştirilmesi” için uygun ortam yaratılır. 


Kılavuzlar da eskir; gelişen, değişen anlatımları karşılayamaz duruma gelir; değiştirilmesi gerekir. Değiştirilmesi gereken kurallar, yazım biçimleri saptanır. Bunlar, Kurum dışında, dille uğraşan, konusu, işi dil olan kişilerin görüşlerine sunulur. Görüş bildirecek kişiler, eş dost arasından, dostlar alışverişte görsün anlayışıyla seçilmez; seçilirken bilgi ve deneyime daha çok önem verilir. Onların eleştiri ve önerileri tek tek değerlendirilir, değerlendirme nesnel tutumla yapılır; sonra eski kılavuzdaki kural ya da yazım biçimi, gerekçe gösterilerek değiştirilir. Gerekçesiz değiştirilen her yazım, her kural kılavuzda kalır; uygulanmaz. 

Kılavuzda değişime en az açık olan bölüm, “noktalama işaretleri”dir. Noktalama işaretleri, bir yanıyla uluslararası “gösterge”lerdir; hemen hemen her dilde aynı biçimde kullanılır. Değiştirilmesi bu yüzden zordur. Noktalama işaretlerinin kullanım yerleri, başlangıçta doğru, eksiksiz, işaretin uluslarlararası temel anlamlarına aykırı olmadan belirlenmişse hiç değiştirilmez çünkü kuşaklar arası yazım birliği bu yolla sağlanır. 

"YAZIM KILAVUZU"NUN 24. BASKISI YAZILIRKEN BU İLKELER GÖZ ÖNÜNE ALINMIŞ MI?

Bu başlığın yanıtı: Hayır, alınmamış. Peki, neden?.. Nedenini bulmaya çalışalım:

a. Yukarıda anlattığımız ilkeleri Kılavuz’u hazırlayanlar bilmiyorlar mı? Yukarıda anlattıklarımız bilinmeyen şeyler değil, Kılavuz’u hazırlayanların da -Güncel Türkçe Sözlük ve Yazım Kılavuzu Çalışma Grubunu oluşturan on dört kişinin yedisi profesör: Prof. Dr. Şükrü Halûk AKALIN, Prof. Dr. Recep TOPARLI, Prof. Dr. Nevzat GÖZAYDIN, Prof. Dr. Hamza ZÜLFİKAR, Prof. Dr. Mustafa ARGUNŞAH, Prof. Dr. Nurettin DEMİR, Prof. Dr. Melek ÖZYETGİN- bu ilkeleri bildiklerini sanıyorum ama insan, kimi zaman bildiklerine aykırı bir tutumla yapılmaması gereken eylemleri yapabiliyor. ​

b. Kılavuz’u yazanlar, bu işin uzmanı değiller mi? 

Türkçenin yazım kılavuzunu, yazın (edebiyat) alanında geniş bilgisi olan uzmanlar değil Türkçe dilbilgisini bütün boyutlarıyla çok iyi bilen kişiler yazabilirler. Bizim üniversitelerimizin Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinin, yazın (edebiyat) alanını bitirenler, Türkçe dilbilgisini yarım yamalak bilirler; bu bilgiler de ya lise ya da üniversite sınavlarına hazırlık döneminden kalmadır; bilgilerinin büyük bir bölümü Tahir Nejat GENCAN’ın Dilbilgisi kitabındaki yüzeysel, gerekçesiz ya da yanlış bilgilere dayanır. Kimileri de “dil” alanından mezun olmalarına karşın Prof. Dr. Muharrem ERGİN’in Türkçe Dil Bilgisi kitabındaki bilgileri tam anlamıyla özümlemeden fakülteyi bitirirler. Fakülte bittikten sonra yazın (edebiyat) ya da dil alanında uzmanlaşırlar; üniversitelerimizde alanlarının önde gelen adı olurlar ama o Türkçe dilbilgisi bilgilerinde pek gelişme olmaz. Özellikle “noktalama işaretleri”nin kullanımı konusunda ortaöğretimden kalan yalan yanlış bilgileri gözden geçirme gereği duymaz, bu işaretlerle dilbilgisinin temel kavramları arasındaki doğrudan ilişkiyi araştırmazlar. Bu genellememize, Kılavuz’u hazırlayan bilim adamları girer mi? 2012 Kılavuz’undaki birçok dilbilgisi yanlışının, anlatım bozukluğunun nedeni bu olabilir mi? Bilemem. 

c. Bir olasılık da şu: Bir zamanlar, bu kılavuzları hazırlayanların başlarının üzerinde, Demoklesin kılıcı gibi duran bir “heyula” vardı: “12 Eylül Darbesi”. Her şeyi yöneten, darbe kurallarıydı. Bu darbe anlayışı, o gün bu gündür sürüyor olabilir mi? “Eylem”, “devrim”, “sözcük”, “tümce” vb. sözcüklerin Kılavuz’un açıklamalarında geçmemesi, buna bağlanabilir mi? Bunu da bilemem. 


ç. 1965 Yeni İmlâ Kılavuzu’na Prof. Dr. Vecihe HATİPOĞLU’nun Türkçeyle ilgili görüşleri egemendi. Bu Kılavuz’u, öteki kılavuzlardan ayıran en önemli özellik de Sayın HATİPOĞLU’nun “bileşik sözcükler”le ilgili görüşleriydi. Birleşik sözcüklerin ayrı ya da bitişik yazılma ilkeleri, onun ileri sürdüğü savlara dayanıyordu. Yazım Kılavuzu’nun 25 ve 27. baskılarındaysa Prof. Dr. Zeynep KORKMAZ’ın görüşleri egemen kılınmış. Kılavuz’da bitişik ve ayrı yazılan birleşik sözcüklere sayfalarca  yer verilmesinin nedeni bu egemenliğin belirtileri. Başka belirtiler de var, bunları yeri geldikçe belirttik ve eleştirdik. Yazım Kılavuzu’nun birçok bilimsel yanlış içermesinin bir nedeni de Prof. Dr. Zeynep KORKMAZ’ın Türkiye Türkçesi Grameri (Şekil Bilgisi) kitabındaki bilgilerin tartışmasız benimsenmesi olabilir mi? Bunu da bilemem. 

Bildiğim bir şey varsa o da Kılavuz’un bu biçimiyle “Türkçenin yazım anayasası” olamayacağı.


BU KILAVUZ NEDEN TÜRKÇENİN “YAZIM ANAYASASI” OLAMAZ?


 a. “Sunuş” yazısında birden çok anlatım bozukluğu var. Bir dilin yazım kılavuzunda hiçbir metin “anlatım bozukluğu” içeremez, içermemelidir. Anlatım bozukluğu, o konuda bilgi eksikliğinden kaynaklanır. O anlatım bozukluğunu göremeyen kişilerde de aynı bilgi eksiktir. Bir de o anlatım bozukluğunu görmemek vardır. Bu da:  “Hocam hata yapmaz!” anlayışının doğal bir sonucudur. 

Yazının kimi yerlerini birkaç kez okuyunca anlıyorsunuz. Bir anlatımı, birkaç kez okuduktan sonra anlayabiliyorsanız o anlatım “açık” değildir. Her düzeydeki okuyucuya seslenen bir yazının çok “açık” olması gerekir. Açık anlatım, kısa tümcelerle, Türkçe sözcüklerle, terim kullanılmadan kurulur. 

    

“Sunuş” yazısının sonuna eklediğimiz “‘Sunuş’un Biçim ve İçeriği” başlıklı bölümde önerdiğimiz gibi yazı iki başlık altında ayrı ayrı biçim ve içerikte olmalıdır. Metnin “dille ilgilenen, dilbilgisi öğrenimi görmüş kişiler”e seslenen “Türkiye’de Yazım Kılavuzu’nun Kısa Tarihçesi” başlıklı bölümünde terim kullanılabilir ama buradaki açıklamalar da gerekçeli olmalı, “Biz yaptık, öyleyse doğrudur.” anlayışından arındırılmalıdır. “...1965 kılavuzu, Türkçenin biçim bilgisi yapısını zorlayan kurallar içeriyordu. Bu kılavuzla birlikte birleşik sözlerin yazımı için getirilen kurallar sonucunda, belirtisiz ad tamlaması yapısındaki neredeyse bütün sözlerin bitişik yazılmasına doğru bir gidiş başladı. İzleyen baskılarda da bu tutumun sürdürülmesi, eklemeli bir dil olan Türkçenin biçim yapısını olumsuz etkiliyordu. ...” biçiminde biraz abartılı bir dille eleştirilen 1965 Yeni İmlâ Kılavuzu’nun daha sonra yayımlanan kılavuzların temeli olduğu unutulmamalı; hazırlayanlar, değerbilir tutumla  anılmalıdır. Sunuş yazısı, 1981 sonrası TDK’nin, “yapısı bozulmaya yüz tutan Türkçeyi kurtaran bir kahraman” olduğu izlenimi yaratan art anlamlardan arındırılmalıdır. Her düzeydeki okuyucuya seslenen, bizim “27. Baskıyı Sunuş” başlığını önerdiğimiz bölüm, bu baskıda yapılan bütün değişikleri, karşılaştırmalı yöntemle tek tek içermeli; neden değiştirildiği açık bir biçimde anlatılmalıdır. Bu açıklamalar için 1965 Yeni İmlâ Kılavuzu’ndaki Ömer Asım Aksoy’un yazdığı “Önsöz” örnek alınmalıdır.

b. “Noktalama İşaretleri”yle ilgili eleştirimiz, otuz sayfa. Bu bölüm de “sebepten dolayı” gibi anlatım bozukluğu, “cins isim” gibi yapısı bozuk bir terim içeriyor. Her işarette bir eksiklik, belirsizlik ya da yanlışlık var. Özellikle virgül, noktalı virgül, iki nokta ve üç noktanın kullanım yerlerinde, örneklerinde, anlatımlarında bağışlanamaz yanlışlıklar yapılmış. Hele noktalı virgülün “... özneden sonra konabilir.” kuralı, bilgisi yüzeysel ve çok “acemi” bir dilcinin ürünü. İki nokta, üç nokta için verilen örnekler evlere şenlik. Bu örneklere bakarak noktalama işaretlerini öğrenmeye çalışan öğrencilerin vay hâline! Biz yanlış bulduğumuz her örneğin, her anlatımın gerekçesini uzun uzun açıkladık; bize göre en uygun biçimi önerdik. Önerilerimizde “sözcük”, “söz”, “tümce”, “ekeylem”, “belirteçeylem” gibi Türkçe terimleri kullandık; bunlardan bir bölümünün eski biçimlerini (TDK’nin kullandığı biçimler de bunlar.) ayraç içerisinde gösterdik. Böylelikle 1940’larla 2012 arasında bağ kurmaya çalıştık. 

c. “Büyük Harflerin Kullanıldığı Yerler”le ilgili eleştirimiz, on bir sayfa. Büyük harflerin kullanımı, çoğu zaman bir “gelenek”e dayanır; bunu çok fazla değiştirmek iyi değildir. Bu yüzden bu bölümdeki eleştirilerimizi ve önerilerimizi sınırlı tuttuk. Daha iyi olabilecek biçimler önerdik. Tutarsızlıkları eleştirdik. Belirsizlikleri belirgin kılmaya çalıştık. Dahası, yazarken kullandığımız harf türü, türün büyüklüğü, açıklı koyulu yazımla Kılavuz’un dokuz punt “helvetica” ya da “arial” gibi kolay okunan, tırnaksız harf türüyle dizilmesi ve basılması gerektiğini de sezdirmeye çalıştık.

ç. “Sesler ve Ses Uyumları” bölümüyle ilgili eleştirimiz de on bir sayfa. Bu bölümdeki birçok açıklamanın “Tahir Nejat’ın Dilbilgisi” kitabında kaldığını söyledik. Bu sözümüz, “Tahir Nejat”a olan saygımızı bir yana itmiyor. Bizim eleştirimiz, buradaki bilgilere eleştirel bir tutumla yaklaşmayan Kılavuz yazarlarına. Yapısal dilbilimin “sesbirim” kavramıyla yarattığı açılımlar bir yana itilerek Türkçenin sesleriyle ses uyumları, olması gereken biçimde açıklanamaz. Bu yüzden biz, Kılavuz’un öğrencilere, öğretmenlere “kılavuzluğu”nu göz önünde bulundurarak önerilerimizi sınırlı tuttuk.

d. “Bazı Kelime ve Eklerin Yazılışı” bölümüyle ilgili eleştirilerimizse sekiz sayfa. Bu bölümde “ek” ve “sözcük” kavramlarının karıştırıldığını, kimi sözcüklerin yanlış adlandırıldığını, eklerin yazımında tutulan yolun kişiye özgü olduğunu belirttik. İleri sürdüğümüz her düşünceyi, gerekçeleriyle açıkladık. Özellikle -lA ve -sA eklerini görmezden gelen anlayışı eleştirdik. Hâlâ “ile, ünsüzle biten kelimelere bitişik olarak yazıldığında...” sözleriyle başlayan, “ile” sözcüğünü ekleştiğinde bile “sözcük” olarak görmeyi sürdüren ama tümce başında küçük harfle başlatan anlayışla yazılan Kılavuz’un, “kılavuz” olamayacağını düşündük. 

e. “Bitişik ve Ayrı Yazılan Birleşik Sözcükler”e gelince bu konuda söyleyeceklerimiz sınırlı. Bir birleşik sözcüğün bitişik ya da ayrı yazılması bir anlayış sorunu. Almancadaki birleşik sözcüklerin çokluğu, bitişik yazılmaları aynı dil öbeğindeki İngilizceden çok farklıdır. Bu tutum, Alman dilcilerinin anlayışını yansıtır. Bizdeki ayrı ya da bitişik yazma da öyle. “Birinci sözcüğü anlam kaymasına uğrayan birleşik sözcükler de bitişik yazılır.” dersiniz bu kural; hayır, yalnızca ses değişimine uğrayan, her iki sözcüğü ve ikinci sözcüğü anlam kaymasına uğrayan sözcükler bitişik yazılır, dersiniz bu kural geçerli olur. İki kuralın, bence birbirinden farkı yoktur. İkinci kural, bitişik yazılan sözcüklerin sayısını azaltır. Her iki kural da Türkçenin yapısına aykırı değildir. 1980 sonrasında TDK, ikinci kuralı benimsedi. Olabilir ama özellikle “dilbilim”, “dilbilgisi”, “gökbilim”, toplumbilim” vb. terim niteliği taşıyan ve Türkçenin eğilimlerine de (hemen hemen her sözcüğün sıfat görevine girebilmesi, belirtisiz ad tamlaması biçimindeki birleşiklerde iyelik ekini düşürmesi) uygun olan, “sözdizimi dışı” (Blomfied) olarak adlandırılabilecek terimlerin değiştirilmemesi, ayrılmaması, “dil bilimi”, “gök bilimi” vb. biçimlere dönüştürülmemesi gerektiğini de bu bölüme ekleyelim.

 Bizim bu bölümde eleştirimiz Türkçeye Arapçadan giren, bugün kullanımı oldukça azalan sözcüklerle ilgili. O da kısa bir eleştiri ve öneri.

SONUÇ

Türkçe, 1928’den 2012’ye, seksen dört yıldır yazım kılavuzunu arıyor.  TDK’nin, sık sık el değiştirmesi, Kuruma egemen olan bir anlayışın, bir başka anlayışı yok sayması, intikamcı anlayışla önce yapılanların tersini yapması, Türkçeye zarar veriyor; Türkçe bu yüzden bir türlü “kılavuz” bulamıyor. İlköğretimi, ortaöğretimi hatta üniversiteyi bitiren insanlarımız yazım kurallarını tam ve doğru olarak öğrenemiyor ve uygulayamıyorlar. Öğrendikleri yabancı dilin yazım ve sesletim kurallarını Türkçeye aktarıyorlar. Tırnak içine alınmış aktarma tümcelerin sonuna, İngilizce yazımdaki gibi virgül koyuyorlar; TV’yi “tivi”, TDK’yi “tedeka”, KPSS’yi “kapesese” biçiminde sesletiyorlar. 

    

Baskı işlemlerinin başlatıldığı belirtilen, TDK’nin internet sitesinde yayımlanan 27. baskı “Yazım Kılavuzu” da bu biçimiyle “Türkçenin Yazım Kılavuzu” olamaz; olmamalıdır da. Bizim, elimizden geldiğince nesnel tutumla, yaklaşık yetmiş sekiz sayfa eleştiri yazdığımız bir yayının “kılavuz” olması düşünülebilir mi? 

    

Bu biçimiyle 27. baskı, eksikliklerle, yanlışlarla doludur ve anlatım bozuklukları içermektedir. Bilimsel düzeyi çok düşüktür. Anlatım, Türkçe “beğeni”si kıt birinin biçemini (üslup) yansıtmaktadır. “Dizin”de yer almasına karşın kimi Türkçe sözcükler yok sayılmış, bu sözcüklerin yerine Arapça ya da Farsçaları “özellikle” kullanılmıştır. Böyle bir “kılavuz”un “Türkçenin kılavuzu” olduğuna kim inanır, kim böyle bir kitabı kendisine “kılavuz” olarak seçer? Bu “Kılavuz”, TDK’nin “bilimsel düzeyi”ni de tartışılır duruma getirmiştir. Bu yüzden, 27. basım geri çekilmeli, baskı işlemleri durdurulmalıdır. Kılavuz’un başında yer alan açıklama bölümleri, yaptığımız eleştirilerin ışığında, kılavuzu hazırlayanların dışında yeni bir kurala incelettirilmelidir. Yeni kurul, Kılavuz’u yeniden yazmalı; yazılan metni Kurumun ilgili kurullarına sözlü olarak sunmalı, gerekçelerini belirtmelidir. Kılavuz’da anlatım bütünlüğü olmalı; her önüne gelen, sanına, makamına sığınarak “düzeltme” gerekçesiyle, bir şeyler eklememeli ya da çıkarmamalıdır. Böyle bir çalışma, Kılavuz’daki anlatımı, “yamalı bohça” görünümünden kurtarabilir.

Dizgi, önerdiğimiz tırnaksız harf türlerinden (helvetica ya da arial dokuz punt; satır aralığı on iki punt) biriyle olmalı; satır uzunluğu, sağlıklı bir insanın göz algılama alanı olan 11,5 cm’yi aşmamalı; yazılı alanın boyu da 17,5 cm’den fazla olmamalı -24. baskı yaklaşık bu boyutlardaydı-; kurallar ve örnekler koyu, açık, eğik yazımlarlarla belirginleştirilmelidir.

    

Saygılarımla...   İzmir, Haziran 2012

                                          


NOT: Yaklaşık 80 sayfayı bulan eleştirilerimi, o dönemin Cumhurbaşkanı'na, Başbakan'ına, ilgili Başbakan Yardımcısı'na, TDK'ye küçük bir kitapçık biçiminde gönderdim. TDK Başkanı'ndan gelen yazıda "yeni baskısında eleştirilerimin değerlendirileceği" belirtiliyordu. Aradan on iki yıl geçti, bekliyorum.

İzmir, Eylül 2024

bottom of page