TDK "YAZIM KILAVUZU" ELEŞTİRİLERİ-7
- Hüseyin Toptaş
- 15 Eyl 2024
- 23 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 17 Eyl 2024

NOKTALAMA İŞARETLERİ-1
(Nokta, virgül, noktalı virgül, iki nokta)
NOKTALAMA İŞARETLERİNİN TEMEL ANLAMLARI
Noktalama işaretleri, öteki göstergeler gibi bir kavramın, buna bağlı olarak bir anlamın, yazıdaki karşılığıdır. Temel anlamları uluslararası bir nitelik taşır. İlk ortaya çıkan işaret noktadır (.). Noktayı ilk kullanan, İskenderiye Kitaplığının yöneticisi Efesli Zenodotos’tur (MÖ 320-240). Zenodotos, o güne değin yapıtlarda ara bırakılmadan yazılan sözcükleri ve tümceleri ayırmak için noktayı kullanır.
Beş temel noktalama işareti vardır: Nokta, virgül, noktalı virgül, iki nokta, üç nokta.
Nokta (.), “tümce”nin simgesidir; tümcenin bitimini belirtir. Noktadan (.) önce gelen bölüm, bir yargı iletir; bir tümcedir.
Soru işaretindeki (?) nokta (.), tümce bitimini belirtir. Soru işaretinin (?) anlamı, “soru bildiren tümce bitimi”dir.
Ünlem işareti (!) de öyle. Ünlem işaretinin (!) anlamı, “ünlem bildiren tümce bitimi”dir.
Virgül (,), noktadan sonra ortaya çıkmıştır. Art arda gelen eş görevli sözcükleri, sözcük öbeklerini “ve” sözcüğünün anlamıyla birbirine bağlar; “bağlama öbeği (grubu)” kurar. Bu öbek, öteki sözcük öbekleri gibi, dilde “bir ad” işlemi görür; bir ad olarak adın girdiği görevlere girer. Virgül, bu özelliğiyle matematikteki toplama (+) işaretinin dengidir:
{Kısa, yalın, açık} anlatım {Evde, sokakta, tarlada} onu düşünürdü.
{a + b + c} x = a.x + b.x + c.x {a + b + c}
Noktalı virgül (;), noktayla virgülün birleştirilmesiyle oluşturulmuştur. Nokta (.), tümce bitimini, virgül (,) bu işaretten sonra gelen bölümün de tümce olduğunu belirtir; kısaca “tümceleri toplar”, sıralı tümce oluşturur. Öyleyse noktalı virgül (;) bir toplamacıdır (+), kendisinden önce ve sonra gelen bölümler birer tümcedir. Matematikteki “Elmayla armut toplanmaz.” ilkesi, bütün toplama işlemleri için geçerlidir. Bu yüzden, noktalı virgül (;) eş nitelikte olmayan ögeleri bağlamaz (toplamaz).
İki nokta (:), matematikteki eşit (=) işaretinin dengidir; ona benzetilerek oluşturulmuş, kısa çizgiler noktalarla belirtilmiştir. Bu özelliğiyle iki nokta (:), kendisinden önce ve sonra gelen ögelerin denkliğini, eşitliğini belirtir:
“Gerçek acının tek ölçütü var: Ölüm korkusunu yok etmesi.” (Fethi Naci)
Bu denklik şöyle denetlenebilir: Ölüm korkusunu yok etme (eşittir) = Gerçek acının tek ölçütü.
Üç nokta (...), eksiltili tümcenin simgesidir. Eksiltili tümce (Fr. proposition elliptique, İng. elliptic clause), yüklemi olmamasına karşın varmış gibi algılanan tümcedir. “Eksiltili” sözcüğü, “yüklem” yokluğunu belirtir. Bu özelliğiyle üç nokta (...), tümcede bulunmayan yüklemi, eksiltilen ögeyi, simgeler. Kısaca, üç nokta (...), eksiltili tümce bitimini belirtir.
Bunlar, beş noktalama işaretinin temel anlamlarıdır. Bir başka söyleyişle “temel işlevleri”dir. Öteki işlevleri, bunlara bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Bu yüzden, bir işaret “temel işlevi”yle ilgisiz ya da temel işlevine aykırı bir işlevde kullanılmaz.
YAZIM KILAVUZU’NDAKİ NOKTALAMA İŞARETLERİ
1. NOKTA (.)
3. Sayılardan sonra sıra bildirmek için konur: 3. (üçüncü), 15. (on beşinci); II. Mehmet, XIV. Louis, XV. yüzyıl; 2. Cadde, 20. Sokak, 4. Levent vb.
4. Arka arkaya sıralandıkları için virgülle veya çizgiyle ayrılan rakamlardan yalnızca sonuncu rakamdan sonra nokta konur: 3, 4 ve 7. maddeler; XII – XIV. yüzyıllar arasında vb.
7. Saat ve dakika gösteren sayıları birbirinden ayırmak için konur: Tren 09.15’te kalktı. Toplantı 13.00’te başladı. Tören 17.30’da, hükûmet daireleri kapandıktan yarım saat sonra başlayacaktır. (Tarık Buğra)
3 ve 4. maddeler, aynı kuralın iki biçimi; bunlar birleştirilmeli ve 3. madde olarak şöyle kurulmalıydı:
3. Rakamlardan sonra sıra sayı bildirmek için -ncI ekinin yerine konulur: 3. (üçüncü), 15. (on beşinci); 2. Cadde, 20. Sokak, 4. (dördüncü) Levent vb.
UYARI: Art arda sıralanan sıra sayı bildiren rakamların yalnızca sonuncusuna konulur: 3, 4 ve 7. maddeler; XII – XIV. yüzyıllar arasında vb.
7. maddeden sonra şu açıklama konulmalıydı:
UYARI: Saat ve dakika gösteren rakamların arasına iki nokta (:) konulmaz.
2. VİRGÜL (,)
2. Sıralı cümleleri birbirinden ayırmak için konur: Umduk, bekledik, düşündük. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
Bu madde şöyle olmalıydı:
2. İçinde virgül bulunmayan sıralı tümceleri (cümle) ayırmak için konulur: "Şu son beş ay içinde yıllardır görmediğim kimselerle bir araya geldim, telefonda konuştum, gönderdikleri yaşlılık fotoğraflarına baktım.” (Memet Fuat)
3. Uzun cümlelerde yüklemden uzak düşmüş olan özneyi belirtmek için konur:
Saniye Hanımefendi, merdivenlerde oğlunun ayak seslerini duyar duymaz, hasretlisini karşılamaya atılan bir genç kadın gibi koltuğundan fırlamış ve ona kapıyı kendi eliyle açmaya gelmişti. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
Bu madde, 2005 baskısında “yüklemden uzak düşmüş öge”ydi; bu baskıda “yüklemden uzak düşmüş özne” olmuş. Önceki de belirsizdi bu sözde de belirsizlik var, “uzak düşme”nin ölçüsü yok.
Bu madde şöyle olmalıydı:
3. Özneyle yüklemin arasına başka ögeler girmişse özneden sonra konulur: Bir süre sessiz kalan çocuk, annesini görünce ona doğru koşmaya başladı. Türkçede /m/ ile başlayan sözcükler, genellikle başka dillerden alınmıştır. “Rükub”tan (binmek) yer adı olan “merkep”, Arapçada yalnızca “gemi, vapur, kayık” anlamındadır.
4. Cümle içinde ara sözleri veya ara cümleleri ayırmak için ara sözlerin veya ara cümlelerin başına ve sonuna konur:
Zemin bu kadar koyu bir kırmızıya dönüşünce, bir an için de olsa, belirginliğini yitiriverdi sivilceleri. (Elif Şafak)
Şimdi, efendiler, müsaade buyurursanız, size bir sual sorayım. (Atatürk)
“Ara söz” ve “ara tümce (cümle)”, tümceden başka yerde bulunmaz; bu yüzden “cümle içinde” sözüne gerek yok. “Ara sözlerin” sözündeki -ler-in ekleri atılabilir; “ara cümle”deki -ler-in ekleri, “ara söz”ün de ekleridir. Birinci örnek “ara söz”, ikinci örnek “ara tümce”yse birinci örnekteki “ara söz”, tam bir ara söz değil bir yanıyla ara tümce, “olsa” çekimli eylemini içeriyor; çekimli eylemin olduğu yerde tümce vardır.
Madde şöyle kurulabilirdi:
4. Ara söz ve ara tümceler, iki virgül içine alınır: Annemi, benim için saçını süpürge eden bu yaşlı kadını, on yıl sonra yeniden görüyordum.
“Sözünü sakınmayan patavatsız tavrından, en rahatsız edici cümleyi pervasızca söyleyebilmesinden olsa gerek, çevresindekilerin yakınlaşmaya çekindiği biriydi.” (Sema Kaygusuz)
Bir de uyarı konulmalıydı:
UYARI:
Ara söz ya da ara tümcenin içinde virgül kullanılmışsa ara söz ya da ara tümce iki kısa çizgi (- -) arasına alınır: Çok sevdiği arkadaşlarını -Ali’yi, Hasan’ı, Barış’ı- bu toplantıya çağırdı.
Hiçbiri -Şinasi’yi, Şemsettin Sami’yi ayrı tutuyorum- Türkçeye, Türkçe anlatıma önem vermedi.
Bir de “BİLGİ” başlıklı açıklama konulmalıydı:
BİLGİ:
Ara söz, tümce içerisinde iki virgül (, ,) ya da iki kısa çizgi (- -) arasına alınan, kendisinden önce gelen söz ya da sözcüğü açıklayan sözdür; açıkladığı ögeye bağlanır, bu ögeyle açıklamalı bağlama öbeği kurar. Bu öbek, bir sözcük gibi göreve girer. Örneğin “Çiçekçi kadına, şu güler yüzlü esmer güzeline, kırmızı giysi yakışıyor.” tümcesinde ara söz ve ara sözün açıkladığı söz, açıklamalı bağlama öbeğidir. Bu öbekteki iki öge aynı eki [-a (-e)] almış, birlikte dolaylı tümleç görevine girmiştir. Mehmet, bize bunları anlatan çocuk, iki gün sonra bizi aradı.
Ara tümce, açıklayıcı tümcedir; yüklemi ekeylemli (ek fiil) bir ad ya da çekimli eylemdir. Örneğin “Kardeşlerim, izninizle size kardeş diyeceğim, bugün sizin için buradayım.” tümcesinde “İzninizle size kardeş diyeceğim.” ara tümcedir. Ara tümce, açıkladığı ögeye her zaman bağlanmaz.
6. Tırnak içinde olmayan alıntı cümlelerinden sonra konur:
Adana’ya yarın gideceğim, dedi.
Aç karnına sigara içmekle hiç de iyi etmiyorsun, dedi. (Necati Cumalı)
“Alıntı cümleler-i” sözü, belirtisiz ad tamlaması. Oysa “alıntı” sözcüğü sıfat olarak kullanılmalıydı: “Alıntı cümle”. Bu sözdeki “alıntı” sözcüğü de anlatılmak isteneni tam karşılamıyor. Neden “aktarma” sözcüğünü kullanmıyorsunuz?
Bu madde şöyle olmalıydı:
6. Tırnak içine alınmayan aktarma tümcelerden sonra konulur:
Günah benden gitti, dedi; yürüdü. (Kemal Bilbaşar)
Size öyle geliyor İfakat Hanım, derdim.(Haldun Taner)
Sor şuna, dedi; niye gitmek istemiyor? (Orhan Kemal)
7. madde (Konuşma çizgisinden sonraki alıntı cümlesinin bitimine konur.) kaldırılmalı, 6. maddenin sonuna şu uyarı konulmalıydı:
UYARI: Konuşma çizgisiyle başlayan “aktarma tümce”ler, “de-” eyleminin çekimli biçimlerine (dedi, demiş, der, diyor vb.) bağlanıyorsa bu tümcelerden sonra da virgül konulur:
“Sonra öteki adamlara döndü:
–Namuzsuzum, dedi, pişmanlığından değil; miras vururum diyedir.” (Sait Faik Abasıyanık)
8. Edebî eserlerde konuşma bölümünden önceki ifadenin sonuna konur:
Bahçe kapısını açtı. Sermet Bey’e,
– Bu anahtar köşkü de açar, dedi. (Ömer Seyfettin)
Bu madde aynı sözlerle iki noktanın (:) 5. kullanım yeri olarak da gösterilmiş. Bir durum için birbirinden çok farklı iki noktalama işareti önerilmez. Yazım Kılavuzu’nda böyle bir savrukluk olmamalıydı. “Aktarma tümceler”den önce konulan iki nokta, iki noktanın (:) en önemli ikinci işlevi: Sermet Bey’e dedi = Bu anahtar köşkü de açar. (Bu anahtar köşkü de açar = Sermet Bey’e dediği şey.)
Haydi, öyle uygun gördünüz ve virgüle de böyle bir işlev yüklediniz diyelim; neden bu kullanımı “edebî eser”le sınırlıyorsunuz? Bir de neden “yazın yapıtı”, “edebiyat yapıtı” değil de “edebî eser”?
10. Bir kelimenin kendisinden sonra gelen kelime veya kelime gruplarıyla yapı ve anlam bakımından bağlantısı olmadığını göstermek ve anlam karışıklığını önlemek için kullanılır:
Bu, tek gözlü, genç fakat ihtiyar görünen bir adamcağızdır. (Halit Ziya Uşaklıgil)
Bu gece, eğlenceleri içlerine sinmedi. (Reşat Nuri Güntekin)
Bu maddedeki anlatım, anlatılmak isteneni tam olarak karşılamıyor; gereksiz sözler içeriyor. Şöyle olmalıydı:
10. Anlam belirsizliği oluşabilecek durumlarda, bir sözcüğü ya da sözü kendisinden sonra gelen ögelerden ayırmak için bu sözcükten ya da sözden sonra konulur:
Yaşlı hasta doktora bir şeyler söyledi. (Anlam belirsiz.)
Yaşlı, hasta doktora bir şeyler söyledi.
Yaşlı hasta, doktora bir şeyler söyledi.
Bu gece eğlenceleri içlerine sinmedi. (Anlam belirsiz.)
Bu, gece eğlenceleri içlerine sinmedi.
Bu gece, eğlenceleri içlerine sinmedi. (Reşat Nuri Güntekin)
Genç saçlarına ak düşmemiş, şiirimize, hikâyeciliğimize taptaze bir hava getiren adlardı bu saydıklarım. (Anlam belirsiz.)
Genç, saçlarına ak düşmemiş, şiirimize, hikâyeciliğimize taptaze bir hava getiren adlardı bu saydıklarım.
11. Hitap için kullanılan kelimelerden sonra konur:
Efendiler, bilirsiniz ki hayat demek, mücadele, müsademe demektir. (Atatürk)
Sayın Başkan,
Sevgili Kardeşim,
Değerli Arkadaşım,
Bu maddedeki anlatım, eksik. “Hitap için kullanılan kelime” sözü, anlatılmak istenenleri tam olarak karşılamıyor; örnekler, biri dışında, söz.
Bu madde şöyle kurulabilirdi:
11. Dilekçe, mektup ya da söylevlerde seslenme (hitap) sözcük ya da sözlerinden sonra konulur: İl Milli Eğitim Müdürlüğüne, SGK İzmir Bölge Müdürlüğüne,
Sevgili Dostum, Biricik Kardeşim, Değerli Arkadaşım,
Beni Dinlemeye Gelen Sevgili Dostlar, Ey İstanbul Halkı,
13. Metin içinde art arda gelen zarf-fiil eki almış kelimelerden sonra konur:
Ancak yemekte bir karara varıp, arkadaşına dikkatli dikkatli bakarak konuştu.
UYARI: Metin içinde zarf-fiil eki almış kelimelerden sonra virgül konmaz:
Cumaları bahçede buluştukça kıza kendisinin adi bir mektep talebesi olmadığını anlatmaya çalışıyordu. (Halide Edip Adıvar)
14. Özne olarak kullanıldıklarında bu, şu, o zamirlerinden sonra konur:
Bu, benim gibi yazarlar için hiç kolay olmaz.
O, eski defterleri çoktan kapatmış, Osmanlıya kucağını açmıştı. (Tarık Buğra)
13. maddedeki kural, “uyarı”yle çelişiyor; “uyarı” doğru, kural yanlış. (Örnek tümce de doğal değil, Türkçenin beğenilerine aykırı yani Türkçede böyle bir tümce kurulmaz.) İserseniz deneyelim: Örnek tümcede virgül (,), “eş görevli sözcükleri, sözcük öbeklerini bağlama” işlevine bağlanarak konulmuş. Virgülden önceki bölümle sonraki bölüm “eş görevli” sayılmış. Eş görevli sözcük ya da sözlerin arasına konulan virgül, “ve” bağlacıyla aynı anlamı taşır: Komşular, dostlar, arkadaşlar dün burada buluştular. (=Komşular ve dostlar ve arkadaşlar dün burada buluştular.) Virgül (,) konulan yere “ve” sözcüğünü koyalım: “Ancak yemekte bir karara varıp [ve] arkadaşına dikkatli dikkatli bakarak konuştu.” Bu tümcedeki anlatım bozuk, öyleyse buraya konulan virgül (,) yanlış. Bunun nedeni, belirteçeylem (zarf-fiil) eklerinin içinde “ve” anlamı bulunması; “ve”nin simgesinin de virgül (,) olması. Kimi dilbilgisi kitaplarında sizin zarf-fiil dediğiniz ve kısa çizgili biçimde yazdığınız belirteçeylemlere bağeylem (bağ-fiil) ya da ulaç denmesinin nedeni de budur. Bu özellik, -Ip ekli belirteçeylemlerde (zarf-fiil) çok daha belirgindir. -Ip eki, eklendiği eylemsinin bağlandığı temel tümcenin çekim ekleriyle “ve” bağlacını ya da bu bağlacın simgesi olan virgülü (,) içerir: “Kitapları eline al-Ip kapaklarına bak-tı.” (=Kitapları eline al-DI VE kapaklarına bak-tı. = Kitaplarını eline al-DI, kapaklarına bak-tı.) Bu yüzden -Ip ekli eylemsilerden sonra konulan virgül, yazım yanlışıdır; “ve” de anlatım bozukluğu yaratır. Öteki belirteçeylemlerde (zarf-fiil) de aynı özellik vardır. Bu yüzden ister art arda kullanılsın ister tek başına kullanılsın tümcedeki belirteçeylemlerden (zarf-fiil) sonra virgül konulmaz. Ancak, bir eylemsiye (fiilimsi) ya da temel tümceye bağlanmayan, yalnızca sözcük olarak art arda kullanılan belirteçeylemlerin (zarf-fiil) arasına virgül konulabilir. Örneğin “Dilimizde belirteçeylemler (zarf-fiil), eylemden ad yapan eklerle kurulur: gel-ip, ağlay-arak, gül-ünce, sus-tukça, gel-eli, bak-madan vb.”
14. maddenin ikinci örneğinde “kapatmış” sözcüğünden sonra virgül (,) değil noktalı virgül (;) konulmalıydı çünkü birinci tümcede virgül kullanılmış.
14. madde, 10. maddenin kapsamına girer, neden ayrı bir madde olarak düzenlendi, anlayamadım. Bu sorun, şöyle bir madde olarak düzenlenebilir ve özneden söz eden 3. maddeden sonra konulabilirdi:
4. Öznenin vurgulu bir biçimde belirtilmesi gerekiyorsa ya da “bu, şu, o” adılları (zamir) özne görevindeyse özneden sonra konulur: Ben, bu işi herkesten iyi yaparım. Kardeşim, benim canımdır. Bu, evden ayrılışımın üçüncü yılıydı. Şu, köyün en eski evidir. O, güvercin kanadını “üvercinka” olarak kısaltmıştı.
UYARI: Metin içinde ve, veya, yahut, ya ... ya bağlaçlarından önce de sonra da virgül konmaz:
Nihat sabaha kadar uyuyamadı ve şafak sökerken Faik’e bol teşekkürlerle dolu bir kâğıt bırakarak iki gün evvelki cephe dönüşü kıyafeti ile sokağa fırladı. (Peyami Safa)
Ya şevk içinde harap ol ya aşk içinde gönül
Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül! (Yahya Kemal Beyatlı)
UYARI: Cümlede pekiştirme ve bağlama görevinde kullanılan da / de bağlacından sonra virgül konmaz:
İmlamız lisanımız düzelince, lisanımız da kafamız düzelince düzelecek çünkü o da ancak onlar kadar bozuktur, fazla değil! (Yahya Kemal Beyatlı)
UYARI: Metin içinde -ınca / -ince anlamıyla zarf-fiil görevinde kullanılan mı / mi ekinden sonra virgül konmaz:
Ben aç yattım mı kötü kötü rüyalar görürüm nedense. (Orhan Kemal)
Öyle zekiler vardır, konuştular mı ağızlarından bal akıyor sanırsın. (Attila İlhan)
UYARI: Şart ekinden sonra virgül konmaz:
Tenha köşelerde ağız ağıza konuşurken yanlarına biri gelecek olursa hemen susuyorlardı. (Reşat Nuri Güntekin)
Gör gözlerinle de aklın yatarsa anlatıver millete. (Tarık Buğra)
Birinci uyarıda yalnızca “ve, veya, yahut, ya ... ya” sözcüklerinden önce ya da sonra virgül konulmayacağından söz ediliyor. Bize göre, bu uyarıda hem yerinde olmayan bir bağlaç var hem de uyarı eksik. Yerinde olmayan, “ya ... ya”; bir altta, bizim alıntılamadığımız bir alt uyarıda, “tekrarlı bağlaç”tan söz ediliyor; “ya ... ya”, buraya alınmalıydı.
Bağlaç görevinde kullanılan “ya da, ile, ise, ama, fakat, amma, lakin, çünkü, örneğin, söz gelimi, söz gelişi, zira, ancak, yalnız” sözcükleri bu maddeye alınmalıydı. Bu uyarının altına bir uyarı daha eklenmeliydi: İle sözcüğünden ekleşen -lA ve ise sözcüğünden ekleşen -sA’nın bağlama eki olarak kullanıldığı sözcükten sonra virgül konulmaz: Yabancı ülkelerden gelen sanatçılarla bizim sanatçılarımız, bir süre bu konuyu tartıştılar. Postmodern romancılarla romantik romancılar arasında bir benzerlik bulurdu. Ben erken yatarım, benim torunlarımsa çok geç yatıyorlar. Esin (ilham), yalnızca coşkunun ürünüdür; yaratıcılıksa cesaret ister.
İkinci uyarıdaki “da / de bağlacı” sözü bilimsel olarak doğru değil, sözcüğün yazılışı da geleneksel yazıma uymuyor.
Da (de), yalnızca bağlaç görevinde kullanılmaz; daha çok “ilgeç (edat)” görevinde kullanılır. Bu yüzden da (de) sözcüğüne, “da (de) bağlacı” demek doğru değildir. “Pekiştirme” bir görev değil ilgeç (edat) görevinin bir işlevidir. İlgeç (edat) görevindeyken asıl işlevi kendisinden önce gelen sözcükle aynı görevde, tümcede anılmayan kavramları karşılamak ve tümcenin anlamını genişletmektir: Ali de dün buradan çiçek aldı (de: Ali ve başka özneler.). Ali dün de buradan çiçek aldı (de: Dün ve başka zamanlar.). Ali dün buradan da çiçek aldı (da: Buradan ve başka yerlerden.). Ali dün buradan çiçek de aldı (de: Çiçek ve benzeri şeyler.).
Şu tümcelerde pekiştirme işlevli ilgeçtir (edat): Çalışıp da kazandı. Okuyup da adam mı olacaksın?
Sözcükleri, sözcük öbeklerini ve tümceleri bağlayınca bağlaç görevine girer: Ali’yi de seni de (= Ali’yi ve seni) çok iyi tanıyorum. Bu sokakların ardını da içini de (= bu sokakların ardını ve içini) ezbere bilirdi. Buraya kadar gelmiş de annesine uğramamış.
Bu uyarı metni şöyle olmalıydı:
UYARI: İlgeç (edat) ve bağlaç görevinde kullanılan da (de) sözcüğünden sonra virgül konulmaz.
Üçüncü uyarıdaki “-ınca / -ince anlamıyla zarf-fiil görevinde kullanılan mı / mi eki” sözü bilimsel olarak yanlış, üstelik eklerin yazımı da doğru değil. Ek, iki biçimde yazılabilirdi: a. bugün dilbilimde (TDK’ye göre dil biliminde) gelenekleşen -IncA biçiminde, b. geleneksel yazımla -ınca (-ince, -unca, -ünce) biçiminde. “Zarf-fiil görevi” diye bir görev yoktur. Bir eylem, belirli ekler alır ve belirteçeylem (zarf-fiil) olur; bütün belirteçeylemler (zarf-fiil), öteki bütün eylemsiler gibi “ad”dır ve belirteçeylemlerin (zarf-fiil) kurduğu yan tümcecik, tümcede belirteç (zarf) tümleci görevine girer.
Mı (mi, mu, mü), eski bir ek olmasına karşın bugün sözcüktür ve iki görevde kullanılır: İlgeç (edat), bağlaç. Ek, sözcüğün girdiği görevlere girmez. Ek gibi görünen bir biçimbirim (morfem) sözcüğün girdiği görevlere girebiliyorsa artık sözcüktür. Bu yüzden Eski Türkçedeki “takı” sözcüğünden, önce ekleşen, ekleştiği için de ünlü uyumlarına (büyük ve küçük ünlü uyumları) uygun olarak yan biçimi oluşan, sonra sözcük olarak kullanılan “da (de)” bugün sözcükse mı (mi, mu, mü) da sözcüktür. Mı (mi, mu, mü) ilgeç (edat) görevindeyken ilgeç (edat) görevinin temel işini yapar, kendisinden önce gelen söz ya da sözcükle ilgi kurar; kendisinden önce gelen sözcüğü, sözcük öbeğini soru biçimine sokar: Ali mi dün buradan çiçek aldı? (Özneyi sorar, yanıt özne olur.) Ali dün mü buradan çiçek aldı? [Zaman bildiren belirteç (zarf) tümlecini sorar, yanıt aynı görevdeki öge olur.] Ali dün buradan mı çiçek aldı? (Uzaklaş-ma bildiren dolaylı tümleci sorar, yanıt aynı görevdeki öge olur.) Ali dün buradan çiçek mi aldı? (Belirtisiz nesneyi sorar, yanıt aynı görevdeki öge olur.) Ali dün buradan çiçek aldı mı? (Yüklemi sorar, yanıt aynı görevdeki öge olur.)
Birincisi ikincisinin koşulu, nedeni olan iki tümceyi bağlar; bağlaç görevine girer: Erken yattım mı uyuyamıyorum. Bir işi kafama koydum mu mutlaka yaparım.
Üçüncü uyarı metni şöyle olmalıydı:
UYARI: Mı (mi, mu, mü) sözcüğü, bağlaç görevindeyken bu sözcükten sonra virgül konulmaz: Erken yattım mı uyuyamıyorum. Bir işi kafama koydum mu mutlaka yaparım.
Virgülle (,) ilgili altı uyarı konulmuş. Oysa bu uyarılar, bizim yaptığımız eklemelerle küçük bir başlık altına alınabilirdi:
VİRGÜL (,) KONULMAYAN YERLER
Aşağıda belirtilen yerlere virgül (,) konulmaz:
1. Bağlaç görevinde kullanılan ve, veya, yahut, ya da, ile, ise; ama, fakat, amma, lakin, ne ki, ne var ki, çünkü, örneğin, söz gelişi vb. sözcüklerinden önce ve sonra: Sanatçılar, yaşantıları müzikle, sözcüklerle, mermerle ve tuvalle görüntüleyebilirler. Bu yazı, bilim çevrelerinde hiçbir yankı veya tepki uyandırmadı. “Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül.” (Yahya Kemal Beyatlı) Oraya giderseniz onları deniz kıyısında ya da parkta görürsünüz. Bir suçu işlemek ile o suça göz yummak arasında küçük bir fark vardır. Kasımpatları, coşkulu bir renk ezgisiyle karşıladı bizi; güller ise solmuştu.
2. İle sözcüğünden ekleşen -lA ve ise sözcüğünden ekleşen -sA’nın bağlama eki olarak kullanıldığı sözcükten sonra: Yabancı ülkelerden gelen sanatçılarla bizim sanatçılarımız, bir süre bu konuyu tartıştılar. Postmodern romancılarla romantik romancılar arasında bir benzerlik bulurdu. Ben erken yatarım, benim torunlarımsa çok geç yatıyorlar.
“Amcalarınsa avdan boş dönüyor elleri, / Teyzelerse elleriyle yargılıyor gök güzelliğini.” (Cemal Süreya)
3. İkili bağlaçlardan (tekrarlı bağlaç) önce ve sonra: Hem gider hem ağlar. Ya bu deveyi gütmeli ya bu diyardan gitmeli. (Atasözü) Gerek nesirde gerek nazımda yeni bir söyleyişe ulaşılmıştır. Siz ister inanın ister inanmayın, bir gün bile durmam. Ne kızı verir ne dünürü küstürür. Bu kurallar bugün de yarın da geçerli olacaktır.
4. İlgeç (edat) ve bağlaç görevinde kullanılan da (de) sözcüğünden sonra: Kültür başkentlerinden biri de İstanbul’dur. Çalışıp da kazanmış. Başkan da oradaki görevli de olayı görmüş. O gün her şeyi bana anlatmak istemiş de sen onu engellemişsin.
5. Mı (mi, mu, mü) sözcüğü, bağlaç görevindeyken bu sözcükten sonra: Kısa tümcelerle anlattın mı herkes seni anlar. Sabahları bir saat yürüdüm mü o günüm iyi geçiyor.
6. Kendisinden önce gelen sözcüğe koşul (şart) anlamı katan ise yardımcı eyleminden ve koşul ekeylemi (ek fiil) -sA’dan sonra: Kardeşiniz hasta ise onu hemen doktora götürün. Kardeşiniz hastaysa onu hemen doktora götürün. “Biliyorsun ben hangi şehirdeysem / Yalnızlığın başkenti orası." (Cemal Süreya) Susuyorsam bu, hiçbir şey bilmediğim anlamına gelmez.
7. Belirteçeylemlerden (zarf-fiil) sonra:
Bilgi: Belirteçeylem (zarf-fiil), bugün Türkçede -Ip, -ArAk, -IncA, -DIkçA, -AlI, -mAdAn, -ken, -mIşken, -yorken, -mAktAyken, -rken, -Arken, -AcAkken, -mAlIyken; -A; -r, -Ar / -mAz; -DI, -mAksIzIn, -mIşçAsInA, -yorcasına, -yormuşçasına, -rcAsInA, -ArcAsInA; -rmIşçAsInA, -ArmIşçAsInA, -AcAkmIşçAsInA, -mAcAsInA, -DIğIncA, -mAktAnsA, -AsIyA ekleriyle yapılır.
İki saat baş başa verip bu konuyu tartıştılar. “Atlarını yalnız atlarını cana yakın buldum, / Öpüp çıkıp gittim yelelerini.” (Sezai Karakoç) “İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak/ Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak / Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlayacaktı.” (Nâzım Hikmet) “Gözlerin gözlerime değince / Felaketim olurdu ağlardım.” (Attila İlhan) “Önce sesin gelir aklıma, / Çaresiz kaldıkça hep seni düşünürüm.” (Turgut Uyar) Sen gideli buraların tadı tuzu kalmadı. “Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam, / Nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu.” (Nâzım Hikmet) “Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm.” (İsmet Özel) O gün, uyanır uyanmaz bahçeye çıktım.Hiçbir art düşüncem olmaksızın bunları söyledim. Her şeyi kendisi görmüşçesine anlatıyordu. Onun söylediklerini dinleyebildiğince dinle. Kötü sözler söylemektense susmayı yeğlerim. Adamı, öldüresiye dövmüşler.
8. Ki sözcüğü bağlaç görevindeyken bu sözcükten sonra: “Onların böyle yan yana seksen ayak gibi, sessiz bir ordu hâlinde, Ali Nazmî Bey’in gösterişli yürüyüşlerini hatırlatan, öyle bir adım atış hâlleri vardı ki bunu görünce gülmemek mümkün olmuyordu.” (Abdülhak Şinasi Hisar) “Yanıma geldikleri vakit gözlerini sımsıkı yumarak öyle bir el öpüşleri vardı ki gülmemek için kendimi zor zapdediyordum.” (Reşat Nuri Güntekin) “Biz gece gündüz bu sokakları bekliyoruz ki kimse bunları rahatsız etmesin.” (Memduh Şevket Esendal) “Bu mor ışık o kadar çabuk koyulaştı ki kahve daha ışıklarını bile yakmamıştı.” (Sait Faik Abasıyanık) Derler ki Kaf Dağı’nın ardında bir kuş varmış, adı Anka’ymış. “Lakin işte görüyorum ki bir çanak suda bir damla zeytinyağı gibiyim.” (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
3. NOKTALI VİRGÜL (;)
1. Cümle içinde virgüllerle ayrılmış tür veya takımları birbirinden ayırmak için konur: Erkek çocuklara Doğan, Tuğrul, Aslan, Orhan; kız çocuklara ise İnci, Çiçek, Gönül, Yonca adları verilir.
Türkiye, İngiltere, Azerbaycan; Ankara, Londra, Bakü.
2. Ögeleri arasında virgül bulunan sıralı cümleleri birbirinden ayırmak için konur: Sevinçten, heyecandan içim içime sığmıyor; bağırmak, kahkahalar atmak, ağlamak istiyorum.
At ölür, meydan kalır; yiğit ölür, şan kalır. (Atasözü)
3. İkiden fazla eş değer ögeler arasında virgül bulunan cümlelerde özneden sonra noktalı virgül konabilir:
Yeni usul şiirimiz; zevksiz, köksüz, acemice görünüyordu. (Yahya Kemal Beyatlı)
Türkçe anlatımın en önemli işaretini, noktalı virgülü (;), Türkçenin Yazım Kılavuzu’nda bu anlatımlarla görmek doğrusu beni üzdü. Gerçi Türkçede noktalı virgülün anlamını, değerini bilen Türkçe öğretmenlerinin, yazarların, sanatçıların ve özellikle bilim adamlarının ne kadar az olduğunu bilmiyor değilim ama her öğrencinin, her aydının, her yazarın temel kitabı olan Kılavuz’da da yalan yanlış ele alındığını görünce yüreğim burkuldu.
Noktalı virgül (;) Türkçe anlatımın neden en önemli işaretidir? Türkçe anlatım, uzun tümceye elverişlidir; eylemsiler (fiilimsi) kullanılarak uzun tümce kurulabilir ama Türkçe düşünme ve anlama uzun tümceye uygun değildir. Türkçe düşünmenin temelinde Türkçenin sözdizimi vardır. Türkçe düşünenler, yargıyı oluşturan iki temel ögenin, özneyle yüklemin, arasına birçok ögenin girdiği uzun tümcelerle kurulmuş bir metni anlamakta zorlanırlar. Türkçe anlatımla anlaşma, kısa tümcelerle daha kolay, daha iyi olur. Bu iyiliği engelleyen bir şey vardır: Kısa tümcelerin sonuna konulan nokta. Bu nokta, düşüncelerin birbiriyle bağını az ya da çok koparır; zihin, bu noktayı görünce yeni bir düşünceye geçildiğini varsayar. Bunu önlemenin, düşüncenin akışını sürdürmenin en iyi yolu, art arda kurulan, birbirine bağlanan kısa tümcelerle sıralı tümceler oluşturmaktır. Sıralı tümcenin işareti de noktalı virgüldür. Nokta, tümceyi; virgül de bu tümcelerin birbiriyle ilgili olduğunu belirtir. Bu yüzden noktalı virgül (;), bize göre Türkçenin işaretidir.
Bu açıklamaların ışığında yukarıdaki maddelere bakalım:
1. maddedeki ilk örnek, maddede açıklanan işlevle bağdaşmıyor çünkü “Erkek çocuklara Doğan, Tuğrul, Aslan, Orhan; kız çocuklara ise İnci, Çiçek, Gönül, Yonca adları verilir.” tümcesi, yüklemi ortak bağımlı sıralı tümce. Bu tümcedeki noktalı virgül, “İçinde virgül bulunan sıralı tümceleri ayırmada kullanılır.” kuralına örnek olabilir. Tümce 1985’te yayımlanan Prof. Dr. Hasan EREN’in yazdığı İmla Kılavuzu’ndan kalma. Bu tümceyi yukarıdaki kurala uygun gören Sayın EREN, “hata” yapmış olabilir ama bu Kılavuz'da bulunan yanlış bir örneğin 2005, 2012 kılavuzlarında da kullanılması, okuyucunun aklına şu şaşkınlık sorularını getiriyor: Yirmi yedi yıldır bu örnekler böyle mi “titizlikle” gözden geçirildi? Sayın Hasan EREN’in kurduğu tümce, “hoca hatırı”yla “tartışmasız” benimsendi mi? (Prof. Dr. Hasan EREN’in iki noktadan sonra gelen “örnek”le “tümce”yi nasıl birbirine karıştırdığını, “tümce”yi tek sözcükten oluştuğu için “örnek” sandığını iki noktayla ilgili eleştirilerimizde açıklayacağız.)
Söylediklerimizi açıklayalım:
Yüklemi ortak bağımlı sıralı tümcede, bir bağlama öbeği içinde yer almayan birden çok özne ya da tümleç vardır. Örneğin “Sabahleyin annemi, babamı iş yerlerine; anneannemi de dayıma bırakıyorum.” tümcesinde “annem-i, babam-ı” (bağlama öbeği) birinci tümcenin, “anneannemi de” ikinci tümcenin belirtili nesnesi; “iş yeri-n-e” birinci tümcenin, “dayım-a” ikinci tümcenin yaklaşma bildiren dolaylı tümlecidir. Bu tümcede “sabahleyin” belirteç (zarf) tümleciyle “bırakıyorum” yüklemi ortaktır. Matematiksel anlatımla bu iki tümce belirteç (zarf) tümleci ve yüklem ayracına alınmıştır: [BT (BN, Ö) + (BN, Ö) Y]
“Tür veya takımları birbirinden ayırma” işlevine örnek gösterilen yukarıdaki bağımlı sıralı tümcede, bir bağlama öbeği içinde yer almayan iki “yaklaşma bildiren dolaylı tümleç” var: {erkek çocuklar}-a, {kız çocuklar}-a. Bu tümcede tamlananı ortak, her biri ayrı bir bağlama öbeği olan iki de tamlayan var: {Doğan, Tuğrul, Aslan, Orhan} (adlar-ı), {İnci, Çiçek, Gönül, Yonca} (adlar-ı). Bu tümcenin matematiksel gösterimi şöyledir:
[Erkek çocuklara (Doğan, Tuğrul, Aslan, Orhan); kız çocuklara ise (İnci, Çiçek, Gönül, Yonca) adları] verilir.” = [(DT(y), Ö) + (DT(y), Ö) Y]
Tümcelerin ortak öge ayracından kurtarılmış biçimleri şöyle:
Erkek çocuklar-a Doğan, Tuğrul, Aslan, Orhan (adları) (verilir).
Kız çocuklar-a ise İnci, Çiçek, Gönül, Yonca adları verilir.
Görüldüğü gibi “Orhan” sözcüğünden sonra konulan noktalı virgül (;), birinci tümcenin bitimini ve kendisinden sonra gelen bölümün ikinci tümce olduğunu bildiriyor. Ayraç içerisindeki “adları” tamlananıyla “verilir” yükleminin ortak oluşu ve ikinci tümcede bulunuşu, noktalı virgülün yerini “Orhan” sözcüğünden sonraya alıyor.
Bu tümce şöyle kurulsaydı 1. maddeki “eş görevli kümeleri ayırma” işlevine örnek olabilirdi:
Erkek çocuklara ve kız çocuklara Doğan, Tuğrul, Aslan, Orhan; İnci, Çiçek, Gönül, Yonca adları verilir. (Böyle olsaydı birinci “çocuklara” çıkarılırdı.)
Bu, yüklemleri ortak bağımlı sıralı tümce değil yalın (basit) tümce; bir dolaylı tümleci, bir öznesi var:
{Erkek çocuklar-a ve kız çocuklar-a} = Bağlama öbeği, yaklaşma bildiren dolaylı tümleç görevinde.
{{Doğan, Tuğrul, Aslan, Orhan; İnci, Çiçek, Gönül, Yonca} adlar-ı} = Tamlayanı bağlama öbeği olan belirtisiz ad tamlaması, özne görevinde.
Bu tümcede erkek çocuk adları bir küme, kız çocuk adları da bir küme oluşturuyor. Bu kümeler eş görevli, ikisi de belirtisiz ad tamlamasının tamlayanı. İşte bu iki kümenin eş görevli olduğu bildirmek ve ayrı kümeler olduğunu belirtmek için eş görevli bu kümelerin arasına virgül yerine noktalı virgül konulur. Noktalı virgül de virgül gibi toplama (+) işaretidir, noktalı virgülün virgül yerine kullanılmasının nedeni de budur.
Bu açıklamalar, “tür veya takımlar” eş görevli değilse ve bağlama öbeği oluşturmuyorlarsa aralarına noktalı virgül konulamayacağını kanıtladı sanıyorum. Öyleyse Sayın EREN’in tümcesi, “içinde virgül bulunan sıralı tümceleri ayırma” işlevine alınmalı ve bu tümcenin, yüklemi ortak bağımlı sıralı tümce olduğu belirtilmeli.
2. madde, noktalı virgülün temel işlevini belirtiyor; bu yüzden 1. madde olarak düzenlenmeliydi.
Şimdiye kadar yayımlanan hiçbir yazım kılavuzunda olmayan, Yazım Kılavuzu’nun 24. baskısında da yer almayan bir kullanım, 27. baskıya “kural” olarak girmiş:
3. İkiden fazla eş değer ögeler arasında virgül bulunan cümlelerde özneden sonra noktalı virgül konabilir.
Bildiğim kadarıyla Fransızca, Almanca ve İngilizcenin yazım kılavuzlarında böyle bir kural yok. Peki, noktalı virgülün mantığına aykırı olan böyle bir kural Kılavuz’a “konabilir” yüklemiyle nasıl girdi? “Kullanan yazarlar, sanatçılar, bilim adamları var; biz de kural olarak koyduk.” derseniz bu, doğru bir gerekçe olamaz. Bu gerekçeye dayandınız mı Kılavuz, “kılavuz” olmaktan çıkar; yanlışı kurala dönüştüren, herkesin isteğini yerine getiren bir yanlışlar kitabı olur.
Biz daha iyi bir gerekçe arayalım. Örneğin “Ali, Ahmet, Mehmet ve Osman’la yola çıktı.” biçiminde kurulan tümcelerdeki anlam belirsizliğini gidermek için mi? Anlam belirsizliğini önlemek içinse bu, doğru bir uygulama değil. Anlam belirsizliği, her dilde vardır ve dilbilimsel (TDK’ye göre dil bilimsel. Kurum, -sAl ekini kullanmadığına göre “dilbilimsel” karşılığı olarak hangi sözcüğü kullanıyor acaba? “İlmî”yi mi?) bir durumdur. Bunlar, çeşitli yollarla giderilir. Birinci yol, o anlamı ileten başka bir anlatım kurmaktır. Örneğin Türkçedeki “Evini görmedim.” tümcesindeki ikinci - üçüncü kişi iyelik belirsizliği, tümcenin uygun yerine ikinci ya da üçüncü kişi adılının (zamir) ilgi durumu ekli biçimi konularak giderilir: “Sen-in evini görmedim.”, “O-nun evini görmedim.”
“Ali, Ahmet, Mehmet ve Osman’la yola çıktı.” tümcesindeki anlam belirsizliği de özneden sonra noktalı virgül konularak değil tümcede değişiklik yapılarak giderilir: “Ali, Ahmet’le, Mehmet’le ve Osman’la yola çıktı.” ya da “Ali’yle Ahmet, Mehmet’le ve Osman’la yola çıktı(lar).”
Bu gerekçeler sağlam değil. Aklımıza şöyle bir olasılık geliyor: Kimi bilim adamları -bunların içine özellikle dil ve edebiyat profesörlerini katıyorum- ilkokul, ortaokul, lise, üniversite öğrenimlerinde noktalı virgülün kullanımlarını yarım yamalak bilgili Türkçe ya da edebiyat öğretmenlerinden yalan yanlış öğrendikleri için noktalı virgülü yalan yanlış kullanıyorlar. Bu yalan yanlış kullanımı “doğru” sayıyorlar da bunu “kural”laştırmak mı istediler? Böyle şeyler anlatımda olur; önce anlatım bozukluğu olarak görülen bir durum, çok sonraları “kural”a dönüşebilir ama bu, dilin genel yasalarına uyan bir durumdur. Noktalama işaretlerinin kullanımlarında böyle bir şey olmaz çünkü bunlar, bir yönüyle uluslararası göstergelerdir. “Keyfî müdahale”, kargaşa yaratır. Bir olasılık da şu: Büyük şair ve yazarların yapıtlarında böyle bir kullanım var, Kurul da bunu “kural”a dönüştürdü. Bu da doğru bir gerekçe olamaz çünkü bir şair ya da yazar “büyük” olur ama noktalama işaretlerini kullanmayı beceremez. İsterseniz Sait Faik’in, Refik Halit’in, Yakup Kadri’nin, Halit Ziya’nın yapıtlarının ilk yayımlarına bir göz atın. Bu yapıtlarda yayınevinin yazım denetiminden geçmesine karşın ne çok yanlış kullanım vardır!
Gerçek, bu olasılıklardan biri değilse nedir? Açıklanırsa öğreniriz.
Türkçenin Yazım Kılavuzu’nda noktalı virgül şöyle yer almalıydı:
NOKTALI VİRGÜL (;)
1. İçinde virgül bulunan sıralı tümceleri ayırmada kullanılır: Gece, inanılmaz bir aydınlıkla kentin üstüne çöküyor; kenti karanlığın başkenti yapıyordu. Gençtim; bütün olaylar, bütün düşünceler beni içten içe etkiliyordu.
“Sonra bir aralık yağmur başlar; omuzlarında, başında muşamba paltosunu döverek sırtından süzülüp ayaklarına doğru akar.” (Halit Ziya Uşaklıgil)
“‘Yazılı İlişkiler’de baş köşe, Behçet Necatigil’in; Doğan Hızlan, kırk altı sayfa ayırmış Necatigil’e; yani kitabının aşağı yukarı yüzde on yedisini.” (Fethi Naci)
“Ah, biz o rüzgârı severiz; binbir ihtiyaçla yüzleri yanan kaldırım çocukları, o rüzgârlarla hırslarımızı soğuturuz.” (Peyami Safa)
Her akşam, önce karşıdaki balıkçıya; daha sonra da fırına uğrardı. [Yüklemi ve belirteç (zarf) tümleci ortak bağımlı sıralı tümce. =Her akşam, önce karşıdaki balıkçıya (uğrardı); (Her akşam) daha sonra da fırına uğrardı.]
UYARI: İçinde virgül bulunmayan sıralı tümceleri ayırmak için virgül (,) kullanmak gerekir:
Her yanım ağrıyordu, uykusuz ve susuzdum.
2. Virgülle ayrılmış eş görevli kümelerin arasına konulur:
İzmir Amerikan Koleji, Özel Türk Koleji, Özel Çakabey Koleji; Bornova Anadolu Lisesi, Atatürk Lisesi, Altmışıncı Yıl Anadolu Lisesi dün öğretime başladı. Bu yıl tarih, coğrafya, felsefe; matematik, fizik, kimya derslerinin öğretim programlarında birçok değişiklik yapıldı. Annem, babam; dayım, halam; anneannem, babaannem her zaman bir aradaydılar; birbirlerini kırdıklarını anımsamıyorum. Namık Kemal, Şinasi, Ziya Paşa; Abdülhak Hamit Tarhan, Recaizade Mahmut Ekrem, Samipaşazade Sezai; Tevfik Fikret, Halit Ziya ve Cenap Şahabettin’i görmezden gelerek edebiyatımızı 1911’den başlatanlar, neyin nereden geldiğini göremezler.
Ad, varlıkların dildeki karşılıkları olan sözcüklerin türüdür: masa, toprak; Ali, Ahmet; mutluluk, sevgi vb.
UYARI:
a. Özneden sonra noktalı virgül (;) konulmaz. Özneden sonra konulabilecek tek işaret virgüldür (,): Ali, annesini, babasını, kardeşini çok özlemişti. Konu, öğretmenleri, öğrencileri ve öteki eğitimcileri ilgilendiriyor.
b. Virgülle ayrılmış kümelerin arasına konulan noktalı virgülü özenli kullanmak gerekir. Kümeler eş görevli değilse araya noktalı virgül konulmaz. Örneğin “Romandaki kahramanların; olaylara, insanlara, yaşama dar bir açıdan baktıklarını görüyoruz.” tümcesindeki noktalı virgül (;) yanlış kullanılmıştır çünkü noktalı virgülden önceki bölüm tamlayan, sonraki bölüm “baktıkları” eylemsisine bağlı yaklaşma bildiren dolaylı tümleçtir. Buraya konulabilecek işaret virgüldür (,).
4. İKİ NOKTA (:)
1. Kendisiyle ilgili örnek verilecek cümlenin sonuna konur:
Millî Edebiyat akımının temsilcilerinden bir kısmını sıralayalım: Ömer Seyfettin, Halide Edip Adıvar, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul, Ali Canip Yöntem.
2. Kendisiyle ilgili açıklama verilecek cümlenin sonuna konur:
Bu kararın istinat ettiği en kuvvetli muhakeme ve mantık şu idi: Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. (Atatürk)
Kendimi takdim edeyim: Meclis kâtiplerindenim. (Falih Rıfkı Atay)
Bu maddelerde “kendisiyle ilgili örnek verilecek cümle”, “kendisiyle ilgili açıklama verilecek cümle” ne demektir? Bir tümceden sonra iki nokta varsa bu tümceden sonra gelen örnek ya da açıklama o tümcenin yargısıyla ilgilidir. Bu yüzden, yukarıdaki anlatım belirsiz; gereksiz sözler içeriyor. Oysa iki nokta, sözcükten, sözcük öbeğinden sonra da konulabilir. Kuralda “sözcük, sözcük öbeği” sözü geçmeliydi. Örnekteki anlatımda “Millî Edebiyat akımı” sözü, doğru değil çünkü “Millî Edebiyat” bir “akım” değil Garip, İkinci Yeni gibi bir “hareket”.
1. maddenin örneği, kuralla uyumlu değil. İki noktadan sonra gelen “Ömer Seyfettin, Halide Edip Adıvar, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul, Ali Canip Yöntem.” örnek değil tümce: “[Bunlar] “Ömer Seyfettin, Halide Edip Adıvar, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul, Ali Canip Yöntem[dir.] İki nokta (:) matematikteki eşittir (=) işaretinin yazımdaki karşılığıdır, denk iki ögenin arasına konulur. Denk olmayan ögelerin arasına iki nokta konulmaz. Bu iki tümcenin denkliğini de şöyle gösterebiliriz: Ömer Seyfettin, Halide Edip Adıvar, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul, Ali Canip Yöntem = (eşittir) Millî Edebiyat akımının [(!)] temsilcilerinin bir kısmı.
Prof. Dr. Hasan EREN’in yazdığı, TDK’nin 1985’te yayımladığı İmlâ Kılavuzu’nda da bu tür yanlışlar var. (Sayın EREN’in, anısına, Türkçeye katkılarına duyduğumuz saygı, yanlışlarını görmezlikten gelmemizi gerektirmiyor.) Sayın EREN, Kılavuz’un 30. sayfasında, iki noktayla ilgili açıklamalarının birinde şöyle demiş: “Buna karşılık, bu işaretten sonra birtakım örnekler sıralanıyorsa, örnekler küçük harfle yazılır: Hamdullah Suphi, Türkçenin son merhalesine bir ad bulmuş: çıplak Türkçe. (Yahya Kemal Beyatlı)” [Noktalamaya dokunmadık. Koşul bileşik çekimli eylemden (sıralanıyorsa) sonra virgül kullanımının yanlış olduğunu belirtelim.] Çok şaşırtıcı bir durum. Sayın EREN, ya “Yahya Kemal, Türkçeyi iyi bilir; noktalama yanlışı yapmaz.” ön yargısıyla Yahya Kemal’in tümcesini hiç değiştirmeden kullanmış ya da bu yazım biçimini kendisi benimsemiş. Tam bir “ikilem” (dilemma), hangisi doğru olursa olsun bu durum Sayın EREN’in yaptığı yanlışı bağışlanır kılmaz. Sayın EREN, buradaki “Çıplak Türkçe.”yi “sıralanan örnek” olarak benimsemiş. Oysa “Çıplak Türkçe.” “sıralan”mıyor ve bir tümce. Sayın Eren’in görmediği şu: “[Bu ad] çıplak Türkçe[dir.]” tümcesinin öznesi eksik, yüklemi de şimdiki zaman üçüncü kişi ekeylemini (ek fiil) (ø) taşıyor. [Türkçede şimdiki zaman ekeylemi, bir ek olarak değil sıfır biçimbirim (morfem) (ø) olarak vardır. “Bugün hava güzel ø.” tümcesindeki “güzel” yükleminde olduğu gibi.] İki noktadan sonra gelen kimi tümcelerin bir özelliği de öznesini, iki noktadan önce gelen tümceye anlam olarak gizlemesidir. Yukarıdaki tümcede de böyledir. “Bu ad” öznesi, iki noktadan önce gelen tümcede anlam olarak vardır.
Bir tümcede iki noktadan sonra gelen sözcük ya da sözcüklerin sıralanan “örnek” olup olmadığını, iki noktanın yerine ve her örnekten önce “örneğin” sözcüğünü kullanarak denetleyebilirsiniz: İnsanın içini burkan anlar vardır: bir çocuğun ağlaması, bir yoksulun dilenmesi, bir annenin çaresizliği... (= İnsanın içini burkan anlar vardır örneğin bir çocuğun ağlaması, örneğin bir yoksulun dilenmesi, örneğin bir annenin çaresizliği...)
Sayın EREN’in “birtakım örneklerin sıralanması”na verdiği öteki örnekler de yanlış: Gorot’nun bir tablosu: kavaklar, iki keçi, bulanıkça bir gök, birkaç bulut... (Refik Halit Karay)
“Gorot” adlı bir ressam yok. Bildiğim kadarıyla burada sözü edilen Jean - Baptiste Camille Corot (1796 -1875). Bir ikilem (dilemma) daha: Corot’yu “Gorot” biçiminde yazan Refik Halit mi, Prof. Dr. Hasan EREN mi? Refik Halit Karay’ın sözünü ettiği tablo, büyük bir olasılıkla “Castelgandolfo Manzarası”.
İki noktadan sonraki “örnek” değil. Denetleyelim: “Corot’nun bir tablosu [vardır] örneğin kavaklar, örneğin iki keçi, örneğin bulanıkça bir gök, örneğin birkaç bulut...” olmadı, öyleyse bunlar sıralanan örnekler değil. Bu örnekteki iki nokta yerine noktalı virgül (;) konulmalıydı çünkü “kavaklar, iki keçi, bulanıkça bir gök, birkaç bulut...” eksiltili tümce ve bu eksiltili tümce, tabloda yer alan görüntüleri içeriyor: [Bu tabloda] kavaklar, iki keçi, bulanıkça bir gök, birkaç bulut vb. [yer alıyor.].
Prof. Dr. Hasan EREN’den üçüncü yanlış örnek:
Altında bir tarih: sekiz mart otuz yedi... (Faruk Nafiz Çamlıbel)
Bu örnekteki iki nokta doğru. İki noktadan önce gelen bölümle sonraki bölüm birbirine denk (eşit). Sekiz mart otuz yedi (eşittir) = Altındaki tarih. Bu örnekte iki yanlış var: Birincisi, “Sekiz mart otuz yedi.”, “sıralanan örnek” değil bir tümce. Denetleyelim: “Altında bir tarih [var] örneğin sekiz mart otuz yedi.” Olmadı, bu anlatım bozuk çünkü ikinci bölüm örnek değil açıklama tümcesi; bu tümcenin ilk sözcüğü büyük harfle başlamalıydı: [Bu tarih] sekiz mart otuz yedi[dir.]. İkincisi, bu tümce eksiltili değil; sonuna üç nokta değil nokta konulmalıydı: Altında bir tarih: Sekiz mart otuz yedi.
Şimdi yeniden iki noktaya (:) dönelim.
Bu maddeler birleştirilmeli ve 1. madde şöyle kurulmalıydı:
1. Bir sözcük, sözcük öbeği ya da tümceden sonra açıklama yapılacak ya da örnekler sıralanacaksa o sözcüğün, sözcük öbeğinin ya da tümcenin sonuna konulur:
(İki noktadan sonra gelen açıklamalar bağımsız bir tümceyse bu tümcenin ilk harfi büyük olur, tek tek örnekler sıralanıyorsa örnekler küçük harfle başlar.)
Ad: Varlığın dildeki karşılığı olan sözcüğün türü.
Belirtisiz ad tamlaması: Tamlayanı eksiz ilgi durumunda olan ad tamlaması.
“Temizlikten beyazmış gibi bir süt sakal, ayda ancak birkaç kere giyilen buruşuk bir fes: Nuri Bey.” (Mithat Cemal Kuntay)
“Bu dar arka sokak, bulunduğu semtin adını almıştır: Sinekli Bakkal.” (Halide Edip Adıvar) “Onu susturmak için bir tek çare vardı: Evdekilerden birinin bahçeye çıkması.” (Reşat Nuri Güntekin)
Belirtili ad tamlaması: masa-nın üst-ü, ev-in ön-ü, sen-in gözler-i-n; kitap kapağı-nın reng-i, köy muhtarı-nın çocuğ-u; Ali-nin teyze-si-nin oğl-u, annem-in amca-sı-nın eş-i; Bornova Anadolu Lise-si, Etiler Lise-si.
Türkçede birçok sözcük öbeği vardır: ad tamlaması, sıfat tamlaması, iyelik öbeği (isnat grubu), ikileme, ilgeç (edat) öbeği, yaklaşma öbeği vb.
UYARI:
1. Bu işaretin adı, iki noktadır; “iki nokta üst üste” sözü yanlıştır çünkü üst üste sözü, üst üste olmayan bir başka iki noktanın varlığını da anlatır. Oysa böyle bir noktalama işareti yoktur.
2. İki noktayla aynı anlamı içeren örneğin, mesela, söz gelişi, söz gelimi söz ya da sözcüklerinden önce ya da sonra iki nokta (:) konulmaz.
3. İki noktadan sonra gelen tümce bir tanım niteliği taşıyorsa bu tümcenin yüklemi, geniş zaman ekeylemini (ek fiil) (-DIr) almaz: Yüklem: Tümcede eylem bildiren söz ya da sözcüğün görevi.
4. Karşılıklı konuşmalarda, konuşan kişiyi belirten sözlerden sonra konur:
Bilge Kağan: Türklerim, işitin!
Üstten gök çökmedikçe,
alttan yer delinmedikçe
ülkenizi, törenizi kim bozabilir sizin?
Koro: Göğe erer başımız
başınla senin!
Bilge Kağan: Ulusum birleşip yücelsin diye
gece uyumadım, gündüz oturmadım.
Türklerim Bilge Kağan der bana.
Ben her şeyi onlar için bildim.
Nöbetteyim! (A. Turan Oflazoğlu)
5. Edebî eserlerde konuşma bölümünden önceki ifadenin sonuna konur:
– Buğdayla arpadan başka ne biter bu topraklarda?
Ziraatçı sayar:
– Yulaf, pancar, zerzevat, tütün... (Falih Rıfkı Atay)
5. madde, aynı sözlerle virgülün işlevlerinde yer alıyor. Bu durumu virgülle ilgili eleştirimizde belirttik.
Bu iki madde birleştirilmeli ve şöyle düzenlenmeli:
4. Tırnak içine alınmış aktarma tümcelerden ya da konuşma çizgisinden önce konulur:
Ali, babasına: "Bu konu beni ilgilendirmez." dedi.
Ali, babasına: – Bu konu beni ilgilendirmez, dedi.
“Tanpınar’ın musikîye özel bir önem verdiğine değinmek gerek. İhsan’a: ‘Bana musikîmiz tek bağlanış noktası gibi geliyor. Kim bilir, belki bir gün yalnız onunla kendimizi anlayacağız.’ dedirtir.” (Fethi Naci)
“Sesi kırılır gibi oldu:
– Bak şimdi geçmişle gelecek karşı karşıya oturuyoruz, dedi.” (Halikarnas Balıkçısı) Sarı Mehmet’in anası ifadesinde hiçbir şey söylemedi. Yalnız:
– Ben kimseden davacı değilim, dedi. (Sabahattin Ali)